Bütün bu yaşananlara
rağmen Ömer'in gerçekleri bilmeyen tek kişi olarak hala paramparça kalbinin
sesini duyabiliyor oluşuyla Defne ile oluşu hatırlamaya değer. Yeri geldiğinde
elbette hem Ömer'in, hem Defne'nin bunca acıdan, ayrılıktan, imkansız gibi görünenler
yüzünden bedenleri ile ruhları hasta düştü. Bir diğeri olmadan iyileşmek de
istemediler. Aşk; bu hikayeye adını veren, herkesin hayatını değiştiren, kendi
iç savaslarına mahkum edip kimini en mutlu, kimini en mutsuz edenken Ömer
İplikçi'ye rastladığında ona ilaç gibi gelen aşk, "mucizenin ta kendisi".
Bu yüzden Ömer'in
Defne'sine duyduğu aşktaki sabır, Kiralık Aşk'ı izlerken hepimize gerek.
Çünkü aslında hepimiz
hazırdık kurak yazın ortasına yağan yağmur gibi bu aşkı Ömer ve
Defne'yle yaşamaya, herkesi kapı dışarı edip, Ömer'in ilk bölümde de söylediği
gibi o kapalı kapının ardında mutlu olmaya.
Ancak senaryo ne yazık
ki Kiralık Aşk’ı anlatmaktan uzaklaşalı epey oluyor. Hikayenin kiralanan aşkı
Defne'yle, gözde bekarı Ömer’in aşık olup evlenmesinden ziyade başka herkesin
kendi bireysel hikayesine dönüşmüş durumda. Ömer ve Defne yeri geliyor bölüm
içerisinde sadece 15 dakika görünüyor, yeri geldiğinde beraber oldukları
sahnelerde neredeyse hiçbir paylaşımda bulunmuyor. Derinlik niteliği taşıyan
olaylar ürkütücü bir hızla tüketiliyor, sıradan ancak mutlu eden sahneler
detaysız çekimlerden dolayı anlamını yitiriyor. Yeni yönetmenle beraber değisen
her sey gibi, sahnelerde yitirilen o sıcacık duygu, hikayenin akibetine
duyulan umutsuzluğun büyümesine sebep oluyor.
34 bölümdür bırakın sevgili olmayı, arkadaş, meslektaş, düşman yani kısacası
henüz hiç bir sey olmayı bile beceremeyen bu iki insanın birlikteliğini
sorgulamaya başlıyoruz. Ömer bir adım atıyor, Defne hemen bir adım geriye,
Defne geliyor bir adım ileri, bu sefer bir bakıyoruz Ömer çoktan geçmiş
onu. Zaman geçiyor ve biz bu uyanmak istemediğimiz rüyayı ara ara gerek
Ömer’in, gerek Defne’nin gördüğü hayallerle devam ettirmeye çalışıyoruz. Ancak
giderek kendi hayal gücümüzle ve başrollerin eşsiz kimyasına rağmen devam
ettirmek zorlaşıyor gibi geliyor artık.
Hikayede en son
kaldığımız noktaya dönersek, Ömer’in Gallo’ya bir seyler hisseder tarzda bakış attığından ziyade, Passionis için günlük bir kurtarıştan şirketin
geleceğini kurtaracak yeni planına baktığını görebilmek mümkün. Gallo’yu yazmak
bile komik geliyor zira özellikle Iz’den sonra o kadar imkansız gözümde.
Sonsuzluğun başlangıcı sandığı o evde, Ömer'in "her şey sana benzesin
istiyorum" arzusu Gallo'nun (Ömer'in kadın versiyonu olsa bile) asla
Ömer'i cezbedebilecek nitelikte olmayışının en güzel kanıtıydı. Ömer Defne'ye
"her anında kendisi gibi olduğu icin" seçtiğini söylemişken, Ömer'in
aşkını yanlış yönetilmiş, yanlış anlamalara açık bir bakış ile hemen silip
atmak ne kadar doğru?
Üstelik "böyle sana bakınca
sanki dünya gördüğümden çok daha güzel bir yermiş gibi geliyor” diye kalbinden
sonraki en güzel yeri olan dudakları, gözlerinin sevdiği kadını nasıl
gördüğünü böylesine güzel özetlemişken!