Bir yaz gecesi rüyası
gibi hayatımıza giren, tüm benliğimizi alıp kendisine katan Kiralık Aşk
serüveninin 34'üncü haftası geride kalırken ardında çoğu şaşkın, çoğu kızgın ve az
bir miktarda ise aklı selim olan bir insan topluluğu bıraktı. 20. bölümden
sonra bir çok kez böyle karışık duygularla hemen hemen herkesin bir duygu
seline kapılmasını sağlayan bu hikaye hakkında ilk defa bu denli istisnasız, herkesin
tek bir duyguda karar kıldığını gördüm: hayal kırıklığı.
Peki gündüzü sıcak
olsa dahi akşamı serin olan yaz gecelerini bir meltem gibi ısıtan bu hikaye, ne
ara bizi bu denli soğuttu kendisinden? Bize bu kadar karma karışık duygular
yaratacak kadar neler yaşattı? Sahiden yabancılaştık mı Ömer’e, Defne’ye, hikaye’ye?
Kalmadı mı hiç tutunabiliceğimiz bir karakter, bir beklenti, bir umut?
Yoksa mevsimlerin
değişip soğuması gibi, bahsi geçen Ömer’ın kışı da 20. bölümden sonra hepimize
ekibin değişmesiyle yitirilenlerin bir metaforu muydu? Kiralık Aşk hiç süphesiz
20. bölüm öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor. Değişen reji ekibi, Ömer’in
evlilik teklifi, Defne’nin seyirciyi ilk hayal kırıklığına uğratışı, hikayenin
her anlamda sil bastan yaparak Ömer ve Passionis odağının Defne ve Cherie’ye
kaymasıyla başlayan beklenmedik bir yabancılaşmanın da başlangıcı olarak
sayılıyor.
Bizi günlerce
heyecandan uyutmayan, sürekli aklımızı merakla, tutkuyla, güzellikleriyle
meşgul eden o ilk hikayeyi hatırlamak için en başa dönmek gerek... Bu hikayenin
esas başlama sebebine... Hayır, sanıldığı gibi Defne Topal'a değil.. Ömer
İplikçi'ye!
Mükemmel bir erkek
tanımı yap, deseniz hiç şüphesiz Ömer İplikçiyi gösterirdim. Zeki, kararlı,
güvenilir, adaletli, çalışkan, tutkulu, kültürlü, yakışıklı… Ve hayran olunacak
bir o kadar özellik daha sayılabilicekken bu mükemmel adam için, potansiyel
unutulacaklar açısından burada durmak daha güvenli geliyor. Ömer İplikçi'nin
sadece fiziksel ya da tanımlanmış ‘şahane’ özelliklerinin yanı sıra bir başka
fortesi ise stabilitesi. Senaryonun haftalar geçtikçe uğradığı değişimine inat,
hikayenin değişmeyeni olarak seyirciye güven veren tek karakter
olmasıyla aslında ideal karakter sıfatını da hak ediyor.
Çıkarcı yengesi ile
havai amcasının kendi rahatları için evlendirmeyi akıllarına koydukları zor bir
adam olan yiğenleri Ömer’in, karşısına çıkardıkları “ideal” kadını ona
sunarken, işlerin hiç buralara varacağını tahmin etmedikleri gibi, artık bu
gittikçe uzayan ve dağılan hikaye ile nasıl başa çıkacaklarına bir cevap arıyor
gibiler.
Tıpkı bizim gibi.
İlk bölümden itibaren
bize hep seçkin zevkleri, keskin kuralları ve haklı sınırları olan bu adamın
zor, ama bir o kadar da güzel olan kalbini bir yaz günü çıkıp hayatına giren
kızıl saçlı kızın başta usul usul, ardından birden bire fethetmesine şahit oluyoruz.
Telefonuna yüklediği Rossini Operası, çantasında taşıdığı Sabahattin Ali
kitapları ilk etapta Ömer İplikçi'yi tanımak için ideal bir giriş olsa da,
aslında sonrasında (gerçek Defne'yle) tanıyacağımız Ömer'le
kıyaslayınca koskoca bir okyanusa giden bir su birikintisinden farksız
kalıyor.
Peki çözebildik mi
sahiden tüm parçaları mükemmel bir araya gelmiş bu adamı?
Yazı devam ediyor..