Babam ve Ailesi: Ver kocanı, al evladını

Cansu Mimaroğlu

Zor kararlar…

Pazartesi akşamları izlediğim herhangi bir dizi yok. Ancak bu sezon başlayan 'pazartesi savaşlarına' kayıtsız kalamadım ve geçtim televizyonun karşısına. Kırgın Çiçekler ve Paramparça zaten takip etmediğim işlerdi. Yeni başlayan dizilerden ise tercihimi Babam ve Ailesi’nden yana kullandım. Bu tercihimde, izlemeyi pek sevdiğim Ayça Bingöl ve Ceyda Düvenci’nin başrollerinde oynamasının da payı büyük.

Dizi zamanla iki kadının, iki ailenin ve çocuklarının çatışmasıyla ilerleyecek olsa da, başlangıçtaki odak noktası Kadir idi. Nilgün (Ayça Bingöl) ve Kadir’in (Caner Şahin) ilişkilerinde, Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin Cemile ve Mete’sini anmayan yoktur diye tahmin ediyorum. Cefakar bir anne ve hem ona hem de kendine çektirdikleri yüzünden babasına öfkeli bir genç adam… Yer yer bazı tepkilerini fazla bulsam da annesinin yerine de, iki kişilik öfkelenip isyan ettiğini gördüm gözlerinde. Ve arabayı yaktığı sahnede “Kemal Bey’e” çektiği videoyla beni acısına inandırdı. Bu andan sonra da, kardeşine sevgisini, Mert konusundaki ikilemlerini, öfkesini ve hayal kırıklıklarını gerçekçi buldum. Caner Şahin’i ilk defa izliyorum ama Kadir’i sunuşu bana çok sıcak nedense.

Dizinin hemen konuya girmesini ve bunu acele değil ama çabuk çabuk yapmalarını sevdim. İki kadının karşılaşmasının bölüm sonuna kalmasından korkuyordum mesela. Ancak başlardaki bu tempo daha sonra Kerim mevzusuyla yavaşladı ve bu yüzden Kemal’le (Bülent İnal) Suzan’ın (Ceyda Düvenci) Adana’ya varışlarına kadar başka şeylerle ilgilendim. O şiddetli kavga sahnesi olmadan da Kadir’in içindeki öfkeye ve sevdiklerine sahip çıkma güdüsüne ikna olmuştum ben zaten. Gereksizdi deme haddine sahip değilim tabi, hatta bu sırada bana birkaç parça ütü yapma imkanı tanıdıkları için teşekkür ediyorum. Ayrıca fırıldak ve fırsatçı dayı / amca / kayınço / enişte kadrosunda hala boşluk mu varmış?

İstanbul dışında çekilen işlerde, çekim yapılan yerlerin dokusunun yansıtılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa ha İstanbul olmuş, ha başka şehir olmuş ne fark eder? Ancak “Bakın biz burada çekim yaptık!” diye bağırılmasından ziyade, şehrin sokak aralarındaki, evin mutfağındaki ayrıntılarla, fark ettirmeden bizim evin salonuna süzülmelerini seviyorum. Örneğin kendi yağında kavrulan Nilgün’ün evinde, klima yerine tavan vantilatörü görmek hoşuma gitti. Gerçekten sıcak bir memlekette olduğumu hissettim. Belki kel alaka ama Kadir’in, arkadaşı İbo’yla dertleşmesindeki oturuşu da “İstanbullu bir genci” izlemediğim hissini verdi mesela bana. Caner Şahin demiş miydim? ^^

Oyunculuklara gelirsem; oyunculuğunu ön plana en çok çıkartabilen başlangıç itibariyle Ceyda Düvenci oldu bana göre. Tabii ki bunda şimdilik en dikkat çeken, “Evladı ölümle pençeleşen anne.” rolünde olmasının da etkisi var. Ama bu roldeki perişanlığını, acısını, çaresizliğini ve çırpınışlarını çok inandırıcı buldum. Suzan karakteri son derece ikircikli bir durumdaydı; tüm bunların yanı sıra, kapağı kapalı ve fokurdayan bir tencere gibi içten içe kaynadığını da görmemiz gerekiyordu ki Ceyda Hanım yer yer duruşunda, bazen başını dik tutuşunda bana o hissi de verdi.

Ayça Bingöl için bir şey diyemem, dramlara çok yakışan bir yüzü ve oyunculuğu var. Cemile geçmişi nedeniyle de beni Nilgün’e inandırmakta hiç zorlanmadı. Bakışlarındaki şefkat hiç değişmemişti. Hem fark ettiğim bir detayı da belirtmeden geçemeyeceğim. Belki oyuncunun gayriihtiyarî bir davranışı diyebilirdim ama iki defa yakalayınca bilinçli bir hareket olduğuna kanaat getirdim. Kızıyla sokakta yürürken ve atölyesine geldiğinde sıcaktan bunalmış halde terini silip kendini serinletmeye çalışması çok sahici bir ayrıntıydı. Böylesi ufak dokunuşlar karakterleri daha da lezzetlendiriyor.

Bülent İnal’ı ise o çocukların babası olarak benimseyemedim nedense. Ne ikinci ailesinin yanında bir eziklik yahut mahcubiyet, ne de kaza geçirmiş oğlunun durumu karşısında yıkılmışlık halini hissettim. Daha çok bezgin bir duruşu vardı, belki oynadığı ikili hayatın neticesinde o bezginlik verilmek istenmişti, bilemiyorum. Ayrıca Emel Göksu da benim gözümde her daim “Bizim Evin Halleri”nden Fincan Hala’dır, onu da belirteyim.

Başta da dediğim gibi Pazartesi akşamları herhangi bir dizi izlemiyorum. Babam ve Ailesi de muhtemelen bu durumu değiştiremeyecek. Zaten dram izlemeyi pek tercih etmiyorum ancak Kadir, Suzan ve Nilgün karakterlerinin gidişatını görmek için bir süre takipçisi olabilirim. Yolu açık olsun, Pazartesi cehenneminden alnının akıyla çıkmasını temenni ediyorum.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER