Yine bir randevum
var ve yine kız tarafı gibi erkenden buluşma yerinde dikilmek üzereyim.
Galata'nın eski kokan sokaklarında hızlı adımlarla yürüyorum. Yağmur yağacak.
Hatta başladı bile! Kahretsin.. Ayakkabılarım yağmur lekesi olacak. Canan
Ergüder ile buluşacağım ve ona tatlı görünmek için oldukça özendim üstüme
başıma. Zannedersin iş toplantısına gidiyorum. Buluşmamızı istediği Kafe'nin
müdavimi olduğunu daha sonra öğreneceğim. Galata'da yaşadığını da...
Karnım aç. Deli bir yağmur var. Ortalık gri. Çay ve kek söylüyorum bir de
salata. Çayım masaya gelmeden hızlı adımlarla köşeyi dönüyor. Işıl ışıl..
Adımlarında tatlı bir telai var. Küçücük bir kadın. Göz göze geliyoruz, kısa
bir an. Henüz 'beni' görmeyi ummadığı kadar erken bir saat ve beklediği
muhtemelen daha genç biri olduğu için kondurmuyor. Ancak aceleci bir hamleyle
baş selamı vermiş ve ayağa kalkmış bulundum. Bir yengeç telaşıyla yanıma
geliyor. Daha yarım saatimiz var ve bir küçük görüşmesi daha var. Tek repo
gününü, bir aydır görmediği ve aniden İstanbul'a gelen anneciğine ayırmak
yerine bana verdiğini öğreniyorum. Alt tarafı bir blogger röportajı, iptal
ederdik? Edemezdik. Böylesi bir iş terbiyesi var. Bağımsız ya da konvansiyonel
olmanız fark etmiyor. Söz verdiyse tutuyor.
Daha yarım saat var ve çok açım, diyerek ikna ediyorum, işleriyle ilgilenmesi
için. Yan masaya oturuyor. İşini yapmak, annesiyle sohbet etmek için. Gözümü
alamıyorum. Ah.. Ne kadar narin görünüyor. Tıpkı Ming bir vazo gibi. Zarar görmesin diye pamuklara sarıp, sandıklara saklayamak isteyeceğiniz
kadar nadir ve asla göz mesafenizden çıkmasına izin vermeyeceğiniz kadar
değerli... Üstelik yılları fersah fersah uzak olsa da aynı gün
doğmuşuz: 15 Temmuz! Muhtemel bir yengeç kardeşliğinin eşiğindeyiz. Çayımı ve
salatamı bitirdiğimde o da işini bitirip yanıma geliyor. Sohbete başlıyoruz.
Hep böyle kocaman ve içten gülüyor.
● İnternetten araştırdım, Actor Studio'nun ömür boyu üyesisiniz
nerden çıktı Türkiye'de oyunculuk yapmak?
Çok erken yaşta Amerika'ya gittim. Uzun zaman New York'ta oyunculuk yaptım.
Aynı zamanda da garsonluk yapıyordum. Zaman zaman da buraya geliyordum. O
gelişlerimden birinde TMC'nin Bıçak Sırtı diye bir projesi için
görüşmüştüm ama olmadı. O zaman Türkiye'deki işlerimle ilgilenen menajer,
yapımcının başka tür bir kadın istediğini söyledi, fikir değiştirmişler yani..
New York'a döndüm. Çok kısa bir süre sonra yapımcının tekrar beni istediği
haberi geldi. Geldim. Neden geldim? Artık New York'ta yapabileceğim her şeyi
yapmıştım ve oynamak istiyordum. Daha
fazla vakit kaybetmek istemiyordum.
● Dizi kısa sürdü..
Evet.Aslında 30 bölümdü.
Çok keyifli bir projeydi ama.. Orada aldığım keyfi asla
unutamam. Dizi çekmeye çok iyi oyuncularla, hikayecilerle, yönetmenle başlamak
büyük bir zevk.
● Sonra neler oldu?
Dizi bitince Erol Avcı, "Yürüyen bir proje var ona bir karakter girecek,
ister misin?" dedi. İsterim dedim. Binbir Gece başladı.
● Neden dönmediniz New York'a?
Türkiye’de kalmak için dönmekten daha
fazla sebebim vardı. Bunların en başında da yapmak istediğim işten para
kazanmak vardı. Kaldım.
● Evlilik?
Bu karar evliliğimin bitişini de hızlandırdı tabii..
● Pişman mısınız?
Hayatta hiçbir zaman keşke demedim çünkü bir karar vermeden önce çok etraflıca
düşünürüm. Zor karar veririm ama her açıdan bakıp adım attığım için sonradan
oluşacakların artısına eksisine bakmam. Bu durum hayatta da, işimde de
böyledir.
Anlattığı kadını o kadar iyi tanıyorum ki.. Yengeç kadınından bahsediyor. Hiç
düşünmemiş gibi karar alan ama o adımı atana kadar eldeki tüm şartları
zorlayan, kalmak için direnen sonunda gittiğinde de, "Ama hiç sorun yoktu?"
dedirten Yengeç kadını halleri bunlar.
Herkesi erkana kitleyen sahne. İzlememiştim kim kimin ayağına bastı?
● Binbir Gece fenomen diziydi. Sizin karakteriniz
de oldukça konuşuldu. Eda neler getirdi götürdü?
Eda benim fark edilmemi sağladı o yüzden bende yeri ayrıdır. Ama Eda yüzünden
"Kötü sarışın" rolleri gelmeye başladı tahmin edeceğiniz gibi.. O
esnada tiyatro yapmaya başlamıştım zaten. Oyunculuk öyle bir meslek ki rol
dişlerinizi kamaştırmıyorsa zevk alamıyorsunuz. Uzun süre bekledim. Benzer
rolleri giymek istemedim. Çok iyi bir ekiple tiyatro yapıyordum keyfim de
yerindeydi ta ki..
● 2010 yılında Behzat Ç. gelene kadar..
Evet. Behzat Ç.'ye ve Savcı Esra'ya kağıt üzerinde vuruldum. Okuduğum zaman
aldığım hazzı anlatamam. Ben bunu mutlaka oynamalıyım dedim. Müthiş bir dönem
geçirdim. Yazılan her bir diyaloğu, sahneyi adeta içtim bir daha bu kadar dört
dörtlük bir proje kısmet olur mu bilmiyorum ama Behzat Ç. benim televizyon
projelerine bakışım konusunda miladım oldu. Perdeymiş, cammış, sahneymiş fark
etmiyor gerçekten bir karaktere can veriyorsanız o her yerde karşılığını
buluyor. Oyuncuya keyif olarak dönüyor, eşsiz bir durum.
● Behzat Ç. projelere bakışınızı değiştirdi ama
sonra Atlılar’ı kabul ettiniz..
Aynı yapım şirketinin işiydi
bir kere bunu kenara koyalım. Atlılar ben senaryoyu okuduğumda gerçekten
bambaşka bir projeydi. Düşünsenize ata biniyorum, dövüşüyorum, üstelik dönem
işi, plastik malzememle oynamam gerekecek… Amazon gibi bir kadın oynuyorum. Her
oyuncu bunu ister. Ben de istedim. Zaten Behzat ve Esra evlendiğinde Esra'nın
hikayedeki ömrünün dolduğunu da biliyordum. Atlılar Bulgaristan’da çekilecek.
At binmeyi, dövüşmeyi öğreneceğim.. Oyuncu refleksi gösterdim ama pişman
değilim çok büyük dersler aldım o denemeden..
●
Bu gün olsa yine aynı kararı verir misiniz?
Veririm.
Gülfem Sipahi ekranın kült karakterlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor.
● Atlılar ekrana çıkmadı ama şahsen nasıl bir iş olduğunu biliyorum çünkü
ilk bölümü izledim. Öncelikle geçmiş olsun. Atlılar yayına çıkmayınca biz Canan
Ergüder'i en son Savcı Esra diye gördük. AB'ye oynayan, reytingi düşük ama
arkasında çok büyük kitle taşıyan şık bir işin parçası olarak gördük. Şimdi Güllerin
Savaşı gibi total bir iş nerden çıktı? Seyirci ile aranızdaki mesafeyi mi kapatmak
istiyorsunuz?
İlk gerekçem elbette yine Gülfem Sipahi.. Gülfem benim penceremden bakıldığında
oynamak isteyeceğim türden bir karakter. Çok boyutlu, arızalarını bulmak
canlandırmak çok keyifli.. Öncelikle karaktere vuruldum. Med Yapım ve Kanal D
olması da tabii önemli bir kriterdi. Ayrıca da rölü kabul etmeden önce uzun
süre Sercan’la (Badur) dizideki karakteri üzerine çalıştığımız için zaten hikayeye çok hakimdim. Ama
açık söyleyeyim önce çekindim ve kabul etmedim. Farklı bir işte oynamak
istiyordum. Alıştığımız klişelerle süslü bir projede değil. “Güllerin Savaşı”nda
bu klişeler var mı? Var. Ama aynı zamanda hiç alışmadığımız bir psikolojik
savaşı iki kadın üzerinden anlatıyor. Beni en cok ceken de bu oldu. Ve Gülfem
Sipahi’nin bukalemun halleri; o hallerin birbirlerine geçişleri. Karar sürecim
uzun oldu ama sonunda doğru karar verdiğime inanıyorum. Bu sonuca varmamda
Damla ve Sercan’ın payı büyüktür. Sercan’la calışırken zaten garip bir şekilde role
yeniden ısınmıştım sonunda projeyi de rolü de kabul ettim.
●
İyi ki tamam
demişsiniz çünkü Gülfem Sipahi izlemesi çok zevkli bir karakter size de şahane
yakışıyor.
Öyle görünüyorsa ne
mutlu..
●
Çalışkan oyuncu
türüymüş gibi görünüyorsunuz, doğru mu görüyorum?
Evet çok çalışırım.
Rolün en ince detaylarına kadar inerim. Sahneye girdiğim andan itibaren benim
için Gülfem vardır. Her şeyi onun gözüyle görürüm. Mesela Gülfem yüzünden birçok
psikoloji kitabını hatmettim, bütün psikoloji
bilgilerimi tazeledim. Devamlılık tutarım. Bir defterim var ona notlar alırım.
Seviyorum işimi ve çok çalışıyorum.
●
Sinema ve Russell
Crowe konusuna gelelim. The Water Diviner’da rolünüz var.
Evet. Küçük ama kilit bir
karakter bir Kızıl Haç hemşiresini oynuyorum. Müthiş heyecanlıydı. Bu rol için
gerçek bir Amerikalı seçmek istediğini söylemiş Russell. Birçok oyuncu
denenmis, hem yabancı hem Türk. Zaten çekimler başlamış, basından takip
ediyorum. Konu kapanmış sanıyordum ki, sağ olsunlar Anka Film ve menajerim bana
bu firsatı yarattılar resmen. Ben tam o sıralarda kısa bir süre icin New York’a
gitmistim. New York’ta gecirdigim ilk gündü, menajerimden bir email geldi. Bir
audition şansı çıkmış. Kimseyi bulamıyorlarmış o rol için. “Çabuk sana sahneyi
atıyorum çek yolla” dedi. Sabaha karşı yeğenimin tuttuğu ipad’e karakteri
oynayıp, kaydettim. Bu deneyim çok güzeldi çünkü işimin gerektirdiği ve
unuttuğumuz amatör ruhu hatırlattı bana. New York’ta yaşarken yarım saat içinde
neler neler yapardım. İki auditiona katıldığım olurdu. Bu tarz deneyimler
insana yaşadığını hissettiriyor. Hayata heyecan katıyor. Dört gün sonra Türkiye’ye
döndüğümde tekrar audition istediler. Bu sefer kostümlü yaptım. Akşamına rolü
kaptığımı öğrendim. Çok tatmin edici bir deneyimdi.
●
Set halleri
nasıldı? Gerçi siz zaten uluslararası set gördünüz ama adam da Hollywood starı.
Tek bir sahnem
vardı ama o da bire bir Russell ile.. Çok müthiş bir yönetmen, oyuncu ve insan
her şeyden önce.. Bana çok iyi davrandı. Sahnemi çektikten sonra monitörün başına çağırdı ve sahnemi izletti. Iki take izletti. “Bak bu da oyunculuk adına benim
için tamamdır ama diğerini kullanacağım bil bakalım neden?” dedi.
●
Neden?
Çünkü ilkinde
ışığımı yakalayamamışım. Çok öğretici bir çalışmaydı. Günlerce anlatsam
bitiremem.. Şimdi heyecanla bekliyorum vizyona çıkacağı günü..
●
İnşallah sahne
kesilmez.
Onu da garantiye almaya calıştım
ama bilmiyorum tabii. Bu sahne montajda gidebilir ne
yapsam da sahneyi kilit ve kalıcı hale getirsem diye düşündüm. Çalıştım. Kızıl
Haç, Dünya Savaşı, Anzaklar deli gibi okudum.
●
Ne buldunuz peki?
Şimdi onu
anlatırsam filmle ilgili ipucu vermiş olurum ki bunu yapmam doğru olmaz etik
açıdan.. Aslında tam olan şu. Ben karakteri çok araştırdım ve aklıma yatmayan
yerini defalarca ikinci yönetmene anlattım ama onlar geri adım atmadılar. Sonra
sete gittiğimde o konunun çözüldüğünü ve karakterin sağlam bir yere
bağlandığını gördüm diyeyim ama bu kadarını söyleyebilirim. Inşallah filmde kendimi izleyebileceğim. Bakalım… Yoksam da
müthiş bir deneyim olarak haneme yazılır.
Telefonunun şarjı biten ranini, fişe takmak bahanesiyle gizli gizli fotoğraf çekiyor. O gözlükte de gözüm kalmadı değil..
●
Yaklaşık bir aydır
neredeyse her gün setteymişsiniz ve bugün anneniz sürpriz yapıp İstanbul’a
gelmiş. Kısıtlı zamanınız var, tek repo gününüz ve bu randevuyu ertelememiş
olmanızdan dolayı çok teşekkür ederim.
Asıl ben teşekkür
ederim. Çok tanışmak istiyordum sizinle zaten. Üstelik bir söz verdim bunu
hiçbir şart altında yani bir sağlık sorunu aniden set koyulması gibi gerekçeler
dışında asla değiştirmem söz konusu olmaz.
Röportajı bitirip biraz daha sohbet ediyoruz. O anlatırken ben, yüzünün her milimine, gözlerinin ışıltısına bakıyorum, ellerinin devinişini izliyorum. İçten, sıcak, yeteri kadar yakın ama hep bir kol boyu mesafe bırakacak.. Kendini korumayı öğrenmiş ilk iş olarak. Dizlerinde yaralar var elbet belki çoğu ortak. Düştüğü yerden hemen kalkacak ama "acımadı ki!" arsızlığına yapışmayacak. Acıdı lan, diyecek. Acıdı ama olsun. Alimi zalimden ayıran can acısı değil mi? Yarasını sarıp devam edecek.
Anlayacağın "Hep arkadaşım olsan ya!" diyeceğin türden biri Canan Ergüder. O kalıyor, mahallesinde ben kalkıp yola dökülüyorum. Neşeli sesi kulaklarımda çınlıyor. Annesine sarılışını hatırlıyorum. Kendi kendime gülümsüyorum. İyi ki bu işi yapıyorum yoksa varlığından haberdar bile olamayacağım, 'Canan'ı tanıyamayacaktım. Keyfi daim olsun..
Öyle işte..
R.
Güllerin Savaşı'nın 12. Bölüm yorumunu okumak ister misiniz?