İstanbullu Gelin’in 35.bölümü uzun zaman sonra en çok hoşuma
giden bölümlerden oldu. Geçtiğimiz haftalarda inceden düşen tempo bu hafta eski
günlerine dönmüş gibiydi. Anneleri Esma Sultan’ın Garip’le yaşadığı aşkı Faruk’tan
sonra duyan diğer Boranların teker teker dağılmalarını izledik bu hafta esas
olarak, dağılmak dedim ama belki de çok geç bile kalınmış bir zincir kırmaydı
yaptıkları.
Yazıya en sevdiğim Boran’dan yani
tabii ki Osman’dan bahsetmek isterim. Esma Hanım’a söylediği ‘Kalbini okuyamadığın
kimsenin satırlarını okumayacaksın’ cümlesi ile kalbimizi çizik çizik eden
Osman sonunda konaktan taşındı. ‘Annesinin günlüğünü okuduğunu öğrenince evi
terk etti’ yazacaktım aslında ama aşırı ergen bir tanım olacaktı Osman’ın
hareketi için ve konu elbette o kadar basit değil. Süreyya’ya olan hislerini
aynı çatı altında yaşadığı birini bilmesine dayanamadı elbette. Yalnız annesine
söylediklerinin bir kısmını çok da makul bulmadığımı belirtmeliyim. Tamam,
Süreyya’yı ilk görüp de ona çarpıldığında onun kim olduğunu bilmiyordu ve Faruk’un
eşi olarak eve geldiğini gördükten sonra tabii ki ona bir an bile aralarında
bir şey olabileceğini düşünerek bakmadı, tam tersi hislerini kalbine gömmek
için elinden geleni yaptı hep. Yine de Süreyya’ya basbaya, sırılsıklam âşık ve
annesine ‘Ben onların aralarındaki ilişkiyi sevdim’ demesine kendisi dâhil
kimse inanmadı. Yani Esma günlüğü okumakta haksız ama Osman’ın Süreyya’ya âşık
olduğunu düşünmekte tabii ki haklıydı.

Bu numaraları pek yemiyoruz Burcu
Osman ‘Başka türlü bir şey’
eşliğinde konaktan ayrılırken gözlerim ne kadar dolduysa, yeni evindeki ilk
gecesinde Burcu’ya da o kadar sinir oldum. Biliyorum, Osman’ın tam zıttı olan
hayat dolu bir karakter olduğu aklımıza iyice girsin diye oluyor bunların bir
kısmı ama çok yapmacık geliyor o halleri. İpek’in Fikret’e kol düğmesi
almasıyla Burcu’nun Osman’a karidesli makarna yapması arasında bir fark
göremiyorum mesela, biri hiç kol düğmesi takmıyor ve öteki de karides yemiyor,
karşılarında onları dinlemekten başka her şeyi yapan iki kadın var maalesef. Tamam,
Osman Süreyya’yı unutsun da, Burcu nedir artık?
Biz burada şımarıkları sevmeyiz
Gelelim bölümün beni en sinirlendiren Boran’ına. Evin en
küçüğü ve en şımarığı olan Murat, annesinden intikamını tam da tahmin ettiğimiz
gibi Bade’ye evlenme teklif ederek almaya çalıştı. Kendisinin şımarıklıkları
yüzünden daha önce bu kız hayat kararmasının eşiğinden dönmüş ve çok çalışarak
tutunmaya çalışıyor hayata yeniden ama Murat’ın umurunda değil elbette. Esma
Sultan’ı en çok kızdıracak ne varsa bulalım ve buna aşk adı verelim, oldu
canım. Bade bu saçmalığa kanmayacak kadar akıllı bir kız ama yine de belli
olmaz, sonuçta onun da Murat’a âşık olduğunu biliyoruz.
Çık artık bu kafesten
Bölümün beni en mutlu eden noktası Fikret’in nihayet boşanmaya
karar vermesi oldu. İlla Esra ile olmak için değil, İpek’le olmasının kendisine
yaptığı en büyük haksızlık olduğunu anladığı için istiyordum ayrılmasını,
nihayet bu cesareti buldu kendisinde. İpek’le annesinin konuşmalarını bebek
telsizinden duyduktan sonra bu kadar ‘uyutulmaya’ gelemedi ve söyledi boşanmak
istediğini. Yalnız Kıymet Hanım’ın kızına söylediği o ‘Sen de o geçmişin aşkına
baba serveti muamelesi yapıyorsun’ nasıl güzel bir tarifti, dünyanın tüm hor
görülen ve hoyratça harcanan aşklarının acısını hissettirdi adeta. Fikret’in
özgürlüğe yaklaşmasına sevindim ancak öncesinde Esra ile yaptığı konuşmada
canımı sıkan bir konuşması oldu Esra’nın. Evli bir adamın boşanmasına sebep
olmak istememesi elbette çok anlaşılır ancak bunca zamandır Fikret’e hiç
yürümemiş gibi vicdanının çok temiz olduğunu ve onun ailesini dağıtmasını
izleyemeyeceğini, Fikret’e yaşını doldurmamış kızı olduğunu hatırlatması biraz
ikiyüzlüce geldi. ‘Ben bu kararın hiçbir yerinde olmak istemiyorum’ demek için
biraz geç kaldığını hatırlatmak isterim ona. Esra ile karşılaşmasaydı da Fikret
bu evliliği illa ki bitirecekti bir gün ama Esra katalizör görevi yaptı bu
süreçte. Kendisine hatırlatmak isterim ki aldatmak illa iki insanın sevişmesi
demek değildir, Fikret’e hiç üstüne vazife olmadığı halde muz getirip portakal
soymak, diğer hiçbir iş arkadaşınla aranda olmayan bir yakınlık göstermek, mevzunun
nereye gittiğini göre göre bunu çok uzun süre durdurmamak da aldatmadır. Suçlu
olduğunu söylemiyorum ama vicdanın pek o kadar da rahat olmasın.

Kim ne derse desin bundan vazgeçmeyin bence
Sadece bu bölümün değil, dizinin şimdiye kadar gördüğüm en
güzel anlarından biri Garip ve Esma’nın masa tenisi oynamalarıydı. Kim derdi ki
başında onca dert varken Esma Hanım hoplaya zıplaya raket sallayacak? Aşkın
insanı nasıl gençleştirip iyileştirdiğinin ve dünyanın geri kalanını nasıl
flulaştırdığının harika bir örneğiydi, izlemeye doyamadım.
Aile olmak- temsili değil
Bölümün tatlışları elbette bebeklerinin kalp atışlarını
duymak için doktora giden ve bu en hassas anlarını cömertçe Süreyya ve Faruk’la
paylaşan Akif-Senem çiftiydi. Evladı bildiği Süreyya’yı, karnındaki bebeğinden
ayırmadığını gösteren Senem’e sarılmak istedim ekrandan uzanıp. Bir an önce
sağlıkla kucaklarına alsınlar Milimcan’ı.
Bir sonraki bölümü heyecanla bekleten bir 35.bölüm izledik.
Bakalım önümüzdeki hafta neler olacak? İyi seyirler dilerim.