Bu bölümün ilk
dakikalarını izlemek benim için epey zor oldu. Anne ve hastane mevzularında, yaşanmışlıktan
ötürü bende bir hassasiyet söz konusu çünkü.
Bir zamanlar “Demirci”
ailesiydiler.
Annem hastanede öldüğünde tek
damla gözyaşı dökmemiş biri olarak (ki bu normal bir şey değil sonra anladım)
Efsun “Anne” dedikçe ağladım. O bağırdıkça “Aferin, en güzelini yapıyorsun,
atma içine” dedim. Bahar metanetli davrandıkça babası üzülmesin diye uğraştıkça
“Eyvah Bahar’da benim gibi” dedim. Allahtan hastane sahnesi uzun sürmedi de ben
de o arada toparlandım.
Bu ekibin halay çektiğini
de görürüz herhalde!
Hastane sonrası Nuran’ın
konağa gelmesiyle hareketli sahneler yaşanır diye düşünmüştüm ama bu ziyaret
tahminimden kısa sürdü. Malzemesi az, gürültüsü bol konak sahneleri bende biraz
hayal kırıklığı yarattı. Hareket Gelincik- Atahan cephesinden ziyade Hülya –
Fulya cephesinde yaşandı. Ne bileyim dizinin ilk başından beri Nuran’ı hep
konağı ele geçiren bir tavırla hayal ettiğimden olsa gerek, hayalim yine
gerçekleşmedi diye azıcık içerledim galiba.
Konak ahalisinin
vicdanlarını rahatlatmak için, sabırlarını zorlayarak konağa getirdikleri Nuran
da orada yaşamayı beceremedi. Yerini yadırgadı kadın. Herkes bir acayipti. Ben Efsun’un
annesine dönüp “Ben yokken Beyza ile oynarsınız” lafını “cık cık” larken bir de
baktım ki Beyza tavuk suyuna çorba yapacağına “detox çorbası” yapmış. Saniye
mertebesinde kime üzüleceğini şaşırıyor insan. Aklı sıra o da Nuran’ı küçümsüyor.
İnsanları aşağılayan tavırlardan oldum olası hoşlanmam. Tıpkı çıktığı kabuğu
beğenmeyen davranışlardan hoşlanmadığım gibi. Sağolsunlar hikayede de
ziyadesiyle karşılaşıyoruz. Sonra bu bünye kime kızıp kime destek çıkacağına da
şaşırıyor haliyle.
Başka türlü susması zor
tabi.
Şimdi biz Efsun bağırıyor diye sinirleniyoruz ama bu yüksek ses
tonu da bir nevi kuyruğu dik tutmaya çalışmaktan. Bundan ötürü bu susmak
bilmemeler, uzun uzun cümle kurmalar. E tabi kelime haznesi de dar olunca,
cümleler, kelimeler çatırdamaya, Türkçe de evrilmekten nasibini almaya başlıyor.
İsmail bile Efsun’u susturmak için mi öptü yoksa aşık olduğundan mı emin
olamadım! Fakat İsmail niyetinde ciddi galiba. Ben ikisini çok yakıştıramadım
ama senaristler öyle bir kalem oynatırlar ki, bir bakmışsınız bu aşka şıp diye
inanmışız.
”Pardon sizin isim neydi?”
bakışı
İsmail demişken, Yusuf
Bey’i bulmayı kafasına koydu adam. Aşk gözünü kör etmezse Hasret’in kapısına
değil, Efsun’un kapısına dayanacağı günler yakındır.
Oradan kulak misafiri olunmaz,
azıcık daha yaklaş.
Sinem ve Emre cephesi
hala ilgi alanıma giremedi. Emre pek bir kavgacı ve kaba bir adam. Sinem de pek
mağdur! Nedense oradan hep başka bir hikaye çıkacak gibi geliyor. Çıkmazsa,
kadına şiddeti es geçtiğim için kendime kızacağım söz. Bir de mümkünse Ateş ve
Bahar’a kötülükleri dokunmasın lütfen.
Müge’yi bile çıldırtan
dünya.
Nuran’ı merdivenden itmediğine
kimseyi inandıramayan Hülya bu duruma çok da şaşırmamalı. Şimdiye kadar yaptıklarına
bakıldığında bunun olma ihtimali çok da düşük değil. Canı yandıkça etrafına
daha çok acı çektirmeye and içmiş gibi insanları eziyor, üzüyor. En kötüsü de
çocuklarını ne kadar mutsuz ettiğinin farkında olmaması. Hülya Nuran’ı alıp eve
getirmenin kendisine iyi geleceğini sanacak kadar kendine yabancı. Nuran
gelirse Sakine’de o eve gelecek çok belli. Çocuklar buna dayanabilir mi? dayanamaz.
Öfkesini, kızgınlığını kontrol edemeyen halini izlerken insan tedirgin oluyor.
Yine böyle bir anında yaptığı itirafla abisinin yuvasını yıkmakta bir sakınca
görmedi. Fulya’nın Hasret’in yaşadığını bildiğini öğrendi ve çok ısa zamanda
herkesin ortasında bunu abisine söyledi. “Ben olsam” diye konuya girmeyeceğim,
aklım o kadar entrikaya ermiyor lakin Hülya konuştukça birilerinin yarası
kanıyor, canı acıyor. Edibe Hanım’dan almış bu
huyunu galiba. Edibe Hanım Nuran’a dönüp “İyileştiğinde herkes ait olduğu yere
dönecek” dediğinde, ben de onun iyileştiğine göre artık mahkemeye çıkıp,
hapishaneye dönmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir yalana bakıyor gibi.
Mehmet Emir’e üzüldüm.
Evlilik bu kadar büyük bir yalanı sırtında taşıyamaz. Fulya’yı affetmeyecek.
Hayatı boyunca merak ettiği ve cevabını hiç bir zaman bilemeyeceği o soruyla
içi yanacak. “Hasret ile beraber olsaydım hayatım nasıl olurdu?” diye sorup
sorup duracak.
Ben kısaca onlara “Suskunlar!”
diyorum
Mücella memleketten
geldi, dobralığıyla!(hiç hoşlanmam bu kelimeden) etrafı şöyle bir salladı ama o
da “suskunlar” grubunda yerini aldı. Nuran’ın onca yalanının nedeni olarak “Bu konak için mi her şey?” diye soran Mücella’ya
ben de aynı soruyu sormak isterim. Sahi Mücella “Senin suskunluğun neden?”
Ayna ve koltuk tamam. Sıradaki!
Benim kendimi en iyi
hissettiğim yer Ateş ve Bahar’ın yanı. Gürültünün üstüne kapıyı kapatıp kafamı
dinlediğim bir oda , yalandan, entrikadan uzaklaşıp gökyüzüne baktığım bir ağaç
gölgesi. Kelimelerim bile değişti baksanıza!
Bu aşk bu kadar
kıskanılır, normal tabi.
Finalde tatsız bir sürprizle
karşılaştılar ama bence bu da onlara teğet geçecek. Evet sevimsiz bir durum. İnsanın canını sıkan
türden ama Ateş ve Bahar bununla da başedecek. Böyle yazıyorum ki dua niyetine
geçsin. Onur’dan fena halde şüpheleniyorum. Emre bu kadar detayla uğraşacak
gibi gözükmüyor. Ama duvardaki yazı da kafa karıştırmıyor değil. Hadi duvardaki
o yazıyı sil Ateş ve haftaya gel kızı iste, nişan yapalım.