Bölümün geri kalanı ise çocukluğundan yetişkinliğine 4. Murad’ın anıları ve hayatının bu bölüme kadar tanık olmadığımız detaylarına adanmıştı. Hepsi de özenilerek çekilmiş, görsel estetiği göz dolduran sahnelerdi.
 
Bu anılarda açılışı 1. sezonun finalinde kaldığımız yerin hemen sonrasıyla yaptık. Validesi tarafından yeni padişah olarak askere ve devlet ricaline takdim edilen küçük Murad, üstünde yine o sahnedeki kaftanıyla Has Oda’nın balkonunda otururken “padişah ben miyim artık?” diye sordu annesine. Kösem Sultan da korkmamasını, yaşı henüz çok küçük olduğu için büyüyüp idareyi ele alacağı gün gelene kadar Saltanat Naibesi olarak her zaman yanında olacağını, aralarına nifak tohumu sokabilmek için uğraşacak kişilere karşı sadece kendisine güvenmesini tembihledi. Vaktiyle bir padişahı tahtından edip canını alanların, fırsatını bulurlarsa aynı şeyi yine yapacaklarını söyledi.
 
İşte bu sözler 2. sezonun başından beri izlediğimiz 4. Murad karakterinin, altına imza attığı bütün acımasızca icraatların da temelini oluşturmuş oldu. Ağabeyi gibi tahtından ve her şeyden de önce canından olmamak için üzerine zalimlik zırhını geçirip, annesi de dahil olmak üzere buna yeltenme ihtimali olan herkese kan kusturdu.
 
Ve aynı sözlerdeki bir nokta 2. sezonun başından beri izlediğimiz Kösem Sultan karakterinin icraatlarının temelini de oluşturdu. “Aklını çelmek isteyenler, kendi menfaatleri için seni bana düşman etmek isteyenler olacak. Sakın onlara aldanma. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok.” dedi ve o andan, hayatını kaybettiği ana kadar oğlunun etrafında ona ve kendisine karşı tehdit olarak gördüğü ne kadar insan varsa hepsinden kurtuldu. Ne Farya kaldı ortada, ne Silahtar, ne de oğluna sadık kalmış, onu sevmiş hiç kimse. Kendi ruhundan bir parça taşıdığını düşündüğü için bütün çocukları arasında en sevdiği oğlu, bu sayede sadece kendisine kaldı. Hem onu korudu kolladı, hem de kocaman bir gölge olup tahtının üstüne yansıdı.
 
Bu noktada 4. Murad’ın hikayesi anlatılırken bahsedilmeden geçilmesi mutlaka eksiklik yaratacak olan bir karaktere nihayet son dakikada özel bir sekans ayrılmış olması yerinde ve güzel oldu. Tam giderayak böyle bir şeyin yapılabileceğini tahmin etmiştim, o yüzden açıkçası uzun süredir bekliyordum da. Resmi tarih anlatılarımızda adı pek geçmese de Musa Melek Çelebi’nin 4. Murad’ı 4. Murad yapan kişi olduğu öteden beri anlatılır. O kadar ki 4. Murad denilince hasekileri Ayşe Sultan ya da Sanavber Hatun gibi isimlerden daha çok kendisi bilinir. Tahta çıktığı ilk yıllarda Kösem Sultan tarafından oğlunun yanına özel olarak verilen, onu devlet işlerinden uzak tutması ve dostluğuyla gönlünü hoş tutması için seçilen Enderun Mektebi’nden yetişme Musa Çelebi, padişaha dosttan da öte dost olmuş, zamanla onun en yakını olmuş bir isim.
 
Ancak bu bölümde gördüğümüz üzere Kösem Sultan, vaktiyle özel olarak seçip oğlunun yanına gönderdiği Musa Çelebi’yi yine kendi elleriyle ondan çekip alınca, Sipahi İsyanları sırasında azgın kalabalığa teslim edip öldürülmesine sebep olunca, en kıymetlisini kaybeden 4. Murad validesinin hükmünü kırıp idareyi eline alarak, kendi demir yumruğunu vuracak şekilde sert ve zalim bir mizaca bürünüyor ve sezonun başından beri ana-oğul arasında sürüp giden kavganın kilit noktasını bu olay oluşturuyor.
 
Musa Çelebi adı iki-üç kere anılmış olsa da şimdiye kadar hiç gösterilmediği için ben Murad karakteri de bu durumu seyirciyle birlikte öğrenir diye beklemiştim ama o zaten her şeyin farkındaymış. Sezonun ilk bölümünün ilk dakikalarında Sipahiler’in zindanlardan çıkartıp katlettiği adamlardan biri meğer Musa Çelebi’ymiş. Bizim bunu öğrenmemiz biraz geç oldu ama çok güzel çekilmiş bir flashback sekansı sayesinde kendilerini affettirdiler.
 
Yine görsel anlamda çok şık tasarlanarak ve belli ki üzerine özel olarak çalışılarak çekilen bu sahneler iki karakter arasındaki ilişkiyi detaylarıyla anlatamamış olsa da günümüzün siyasi iklimi ve gittikçe muhafazakârlaşan toplum yapısında dizide kendine yer bulmuş olması bile takdire şayan. Hem 4. Murad’ın hayat hikayesindeki böyle kritik bir detay atlanmamış oldu, hem de farklı şekillerde yorumlanmaya müsait olan bu dostluk, yaygara kopartmasına fırsat verilmeyecek şekilde kotarılmış oldu. Dileyenler için en güzelinden bir dostluk, dileyenler için 4. Murad’ın “şu dünyadaki sırrı”, onsuz hayatın bir anlamı olmadığı çocuk.
 
Bir padişah olarak şüphesiz ki çok sert, acımasız ve hatta zalim bir padişah izledik. Annesinin karbon kopyası olan sonsuz hırsıyla ve saltanat hevesiyle yakıp yıkan bir hükümdar. Sayesinde Muhteşem Yüzyıl serisinin en karanlık, en şiddet ve ölüm dolu, en sert sezonuna tanıklık ettik. Havada uçuşan kellelerin sayısını unuttuk. Siyasi ve askeri zaferlerine rağmen otoritesini kabul ettirmek için izlediği zalimce yöntemlerle zaman zaman ister istemez olumsuz, adaletsiz bir sultan izlenimi yarattı zihinlerimizde.
 
Ancak en sevdiği insanı kaybettiği andan itibaren yalnızlığı başlayan, vaktiyle söylediği sözler aklına geldikçe hâlâ bile içinde bir yerler kanayan ve belli ki onu hiç unutmamış olan 4. Murad’ın, bir padişahtan öte herkes gibi bir insan olarak dizideki hikayesi aslında işte bu yalnızlığın hikayesiydi. Musa Çelebi’yle birlikte hayran olduğu annesini de kaybeden ve hayatı boyunca hissettiği yalnızlığı, korkuları, bitmez tükenmez öfkesiyle bastırmayı seçen bir çocuğun hikayesini izledik. O yıkıcı öfkenin altındaki kalp kırıklığını, sevilmeye olan açlığı.
 
Bu nedenle belki de sezonun gri sularda en çok yüzdüğü bölümü oldu 56. bölüm. 4. Murad’a hem bol bol kızıp hiddetlendim, hem de bir yandan özlemlerine üzülüp dertlendim. Aynı şekilde Kösem Sultan’dan daha bir iki bölüm önce oğlunun ölümüne önayak olduğu için buz gibi soğurken, ne olursa olsun yine de oğlunu sevdiğini görüp, yaşadığı kayıplara tanık oldukça ona da kendimce üzüldüm. Herkes aynı anda hem iyi hem kötü ve kendince haklı anlayacağınız. İnsan hangisine ne diyeceğini bilemiyor. Tam bir Muhteşem Yüzyıl klasiği.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER