Muhteşem Yüzyıl Kösem: Hasretin Kanatları...
Bol padişahlı Muhteşem Yüzyıl Kösem macerasında bir padişaha daha veda ettik bu hafta. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihindeki sancılı bir dönemde tahta çıkan, türlü isyan, ayaklanma ve otoritesizlik ortamında acımasızlığıyla tozu dumana katıp taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan, bu yolla hem otoriteyi sağlayan, hem de çıktığı seferler ve kazandığı askeri zaferleriyle imparatorluğun son mareşali unvanını kazanarak Duraklama Dönemi’nde Yükseliş’i yaşatan, üstelik bütün bunları validesi Kösem Sultan’ın ezici kudretine rağmen başaran, yöntemleri tartışmalı padişah Sultan 4. Murad’a hoşçakal dedik.
 
Hem de ne hoşçakal demek…Duygusal yoğunluğu bol ama trajedisi ve karanlığı da bir o kadar keskin olan bölüm, tarih kitaplarına yaraşacak cümleler kullanmak istesek yukarıdaki gibi resmi bir şekilde tanımlayabileceğimiz bu padişahın hikayesini, bir dizi karakteri olarak da olabilecek en derinlikli anlatımla sonlandırdı. Benim de aralarında olduğum birçok seyirci sezonun ilk bölümlerinde karşısında bas bas bağırıp duran, delirmiş gibi sağa sola çatan bir adam görünce bayağı bir burun kıvırmıştı ama sabredenler mükâfatlarını aldı ve 26 haftanın sonunda 4. Murad, kendisini mükemmel bir şekilde canlandıran Metin Akdülger’in performansıyla birlikte Muhteşem Yüzyıl’ın unutulmazları arasındaki yerini aldı.
 
Bir-iki tane ufak falsosu olsa da oldukça çarpıcı olan ve finali itibarıyla bir diziden daha çok bir sinema filmi gibi sona eren bölüm, 4. Murad’ın kaçınılmaz olan ölümü adım adım yaklaşırken, sözünü son bir defa daha mutlak olarak geçirebilmek ve validesi Kösem Sultan’a kendisini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat edebilmek için, tabir-i caizse son nefesinde bile ölüm saçması üzerine kuruluydu. Devleti validesinin hırslarına teslim etmemek için, ondan aşağı kalmayan hırsıyla Osmanlı hanedanının sonunu getirmek için elinden geleni ardına koymadı.
 
Ölümler ilk olarak dizinin en talihsiz ve trajik karakteri Sultan Deli Mustafa’yla başladı. İki kere tahta çıkarılıp, ikisinde de akli melekeleri yerinde olmadığı için indirilen ve ömrünün kalan yıllarını kafeste hapsedilerek geçirmek zorunda kalan Sultan Mustafa, hayattaki en büyük hayali olan kadırgasına binip gezmesi bahanesiyle çıkarıldı hücresinden. En mutlu olduğu anda, tahtının göklerde olmasını içtenlikle dilediği yeğeni tarafından ölüme teslim edildi. 4. Murad’ın gözleri doldu, yapmak zorunda kaldığı şey yüzünden canı yandı ama soyağacını kurutmak konusundaki kararlılığı nihayetinde galebe çaldı.
 
İlk ufak yakınmam bu sahnede yaşandı. Öncelikle gemide geçen sahnelerdeki CGI kullanımının biraz daha başarılı olmasını isterdim. Ne de olsa Mustafa’nın en büyük hayali gerçeğe dönüşüyordu. Geminin güvertesinde olduğu, dümenin ardından İstanbul Boğazı’na baktığı anlarda gerçek görüntülerle bilgisayar tasarımı görüntüler ışıklandırma açısından birbirlerinden biraz ayrı düşmüş gibilerdi. Öldürülme anını da biraz daha detaylı izleyebilirmişiz sanki. Mustafa’nın makus talihinden daha çok Murad’ın uzaklardan manzarayı seyretmesi, onun tepkisi üzerine kuruluydu sahne.
 
Ancak seyirciler olarak fazlasıyla memnun olmamız gereken bir şey de var ki, o da karakterin sezonda kapladığı yer. Açıkçası başlarda adı haftalarca zikredildiği halde uzunca bir süre gösterilmedikten sonra Deli Mustafa’nın yetişkin hali olarak Cüneyt Uzunlar’ı izlediğimiz ilk bölümde bu durumun tek seferlik olabileceğini düşünmüştüm ama Mustafa, olaylara birinci elden katkısının olmadığı bir noktada hatırı sayılır derecede ekranda göründü. Bence çok da güzel oldu.
 
Kösem’in en sevilen karakterleri arasında yer aldığı için hikayesinin ortada bırakılmamasına ve sonuna kadar götürülmesine çok sevindim. Cüneyt Uzunlar da zaman zaman deli ama genel olarak daha oturaklı bir Deli Mustafa izleterek karaktere kendine özgü bir tat kattı. Hem bu dizinin en iyi yazılan karakterlerinden hem de Muhteşem Yüzyıl evreninden geçen en orijinal karakterlerden biri oldu. Ekibin ellerine sağlık.
 
Deli Mustafa kadırgasında hakkın rahmetine kavuşurken, diğer cellatlar da eş zamanlı olarak Şehzade İbrahim ve Kösem Sultan’ın üstüne gittiler. İkizini koruyabilmek için bir an bile tereddüt etmeyen Atike Sultan ve İbrahim’in cariyesi Zarife Hatun, 4. Murad Bağdat Seferi’ndeyken fırsat bu fırsat deyip şimşirliğin altına tünel kazdıran Kösem Sultan’ın öngörüsü sayesinde şehzadeyi cellatlardan kaçırdılar ve zaten başından beri padişahın hanedanın sonunu getirmek şeklindeki çılgın hırsına gönülden bir “tamam” diyememiş olan Deli Hüseyin’in insafı sayesinde İbrahim’i Azrail’in elinden aldılar.
 
Kösem Sultan ve Hacı Ağa’yı ise Yusuf Paşa ve Sinan Paşa’nın elinden, son anda çıkagelen Kemankeş ve Halil Paşa kurtardı. Padişahın buyruğuna karşı gelerek gerçekleştirdikleri bu eylemden sonra her ikisi de zindanlara atıldılar. Haklarında idam kararı verildi ancak Halil Paşa kellesinden olurken Yeniçeri Ocağı’nın iplerini elinde bulunduran Kösem Sultan’ın müdahale etmesiyle Kemankeş canını kurtarabildi.
 
Bahsettiğim bu gelişmelerdeki “tam son anda”lık durumu bölümle ilgili gözüme batan bir diğer detay oldu. Fazlasıyla tekrar etti bu kıl payı kurtuluşlar. Kösem Sultan ve Hacı Ağa tam son anda ortaya çıkan Kemankeş ve Halil Paşa sayesinde kurtuldular, Kemankeş tam son anda ortaya çıkan Yeniçeriler sayesinde kurtuldu, Şehzade İbrahim tam son anda ortaya çıkan Atike Sultan ve Melek Kalfa sayesinde Yusuf Paşa ve cellatların elinden kurtuldu, yine Şehzade İbrahim normalde saraydan kaçıp Yeniçeri Ocağı’na sığınmış olan Kemankeş ve Deli Hüseyin’in tam son anda haremde ortaya çıkması sayesinde cellatlardan kurtuldu.
 
Bazıları biraz daha farklı kurgulanabilirmiş bu kurtuluşların. Hep en umutsuz anda ortaya çıkıveren bu mucizevi kurtarıcılar bir nevi Deus Ex Machina işlevi görüp bu umutsuz durumları biraz basitleştirdiler. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER