Bazen bu hikayenin sonunu düşünüyorum. Özellikle de
hikayenin kötü adamı olan, ama insanın bir türlü tam manasıyla nefret edemediği
Emir Kozcuoğlu’nun sonunu merak ediyorum. Annesinin kucağına sığınan bir çocuk
olduğu kadar aynı zamanda hem günahkâr hem de katil. Tüm bunlardan kurtulup
sonsuza dek mutlu yaşaması da mümkün değil. Aklımdan geçeni çok dillendirmek de
istemiyorum ama sanki, yaptıklarının cezasını çekecek fakat bu sırada Deniz de
arkadaşı olarak ara sıra onun yanında olacakmış gibi geliyor bana. Çünkü Deniz’le
aralarında kimsenin koparamayacağı bir bağ olduğuna ben de inanıyorum. “İlk insani bağı onunla kurdum ben. İçimde
bir yerleri iyileştiriyor.” Öyle olmasa, daha ilk bölümlerde Banu’nun bebeğine
gözünü kırpmadan kıyan, bebeğine bir şey olmasın diye korkusundan Zeynep’i abisini
satmak zorunda bırakan adam, şimdi Zeynep’in bebeğini “O bir Kozcuoğlu.” diye sahiplenmezdi. En istikrarlı aşk mahkumlarından olduğu için Nihan’dan vazgeçip, Zeynep’e aşık olmayabilir. Hatta Zeynep
ve Hakan evlenirse çocuğa soyadını bile vermeyebilir. Ama bence Emir o çocuğu
ne olursa olsun uzaktan uzağa gözetleyip kollar mutlaka. Onun bu konuda kalbini yumuşatan da minik Denizdir.
Bu hafta, iki anne beni çok duygulandırdı. Kemal’i korumak
için kendisine yalvaran Nihan’ı dinleyen ve masum bir insanın zarar görmesini
engelleyen sağduyulu Müjgan Hanım’ın Emir’e “Sen benim oğlum musun gerçekten? (…) Benim mucizem, başkalarının kabusu
olamaz.” deyişi burnumun direğini sızlattı. Gerçi Kemal’i kurtarırken olan
Tufan’a oldu ama, tabii kadıncağız çocuklarının kötülük ötesi planlarını tahmin
edemezdi.
Vildan’ın Soyderelerin kapısına dayanması da duygulu bir sahneydi.
Yalnız Nihan’ın, kardeşi Ozan’ın cesedi kayıpken bu kadar rahat davranması da
gözümden kaçmadı. Sanki hiç böyle bir konu mevzu bahis değilmiş gibiydi. Kemal’e
destek olmak, onun suçsuzluğunu ispatlamak için onunla birlikte maceralara atıldı
ve ben hem bu macera dolu hallerinden, hem de aşk dolu tavırlarından büyük
keyif aldım. Ama kendi başına kaldığı
zamanlarda bu durumun sızısını içinde hissetmesini, annesiyle durumu istişare
etmesini veya Deniz’e içini dökmesini beklerdim. Ozan heveslisi olmayan ben
bile, adamın kemikleri sızlıyordur diye düşündüm arada sırada.
Ohooo... Bende daha kaç renk stiletto var.
Mercan’ın Nihan’a insaniyet namına yardım etmesi güzel.
Kemal’in masumiyetine inanmasını da, gerçekleri ortaya çıkarmak için yer yer
onunla gizliden işbirliği yapmasını da takdir ederim. Ama iyilerin tarafında
yer aldığı için kendisine bayılmak zorunda da değilim. Geçen haftaki sözlerimin
arkasındayım, çünkü biriyle elektriğim tutmayınca tutmuyor. Nihan’ın dediği
gibi; bize gelen fantezi polis. Üstelik renk renk stilettoları da var. Bizde de
cinayet bitmiyor ki, “Hadi canım senin işin bitti.” diyerek kadını kolayca
gönderebilelim. Ozan Sezin cinayeti de ona devredilecek zaten. Üstüne Tufan’ın
ölümünü de şüpheli bulup araştırırsa, Mercan Hanım’la daha çok muhatap olacağız
demektir. Bu arada geçen hafta bir dürümün parasını ödemek için onca laf
söyleyen komiserin, bu hafta pusula niyetine kullanılan iki yüzlük banknotları
cebe indirdiği de gözümden kaçmadı.
“Puzzledaki bazı
eksikler yeri gelince konuşmaya başlar.” dedi Mercan Komiser. Bu hikaye de
5000 parçalı puzzledan hallice zaten. Ama sabırla tamamlamaya çalışıyorlar ki
sonunda mutlu aile tablosunu evlerinin en güzel yerine asabilsinler. Bir Ozan,
bir Asu, bir Tufan derken biraz karışık sırayla gitse de, eninde sonunda
varılacak menzil mutlu başlangıç...
*Haluk Levent, Aşkın mahpushane
**Cahit Sıtkı Tarancı, Desem ki