Bol Zeynep’li bir bölüm izledik bu hafta, ki eskiden olsa bu
durumdan yakınırdım. Ama artık altı dolu, derdi olan, acıları sahici bir
karakter olduğundan mütevellit onun etrafında, adeta bir örümcek ağı gibi
gelişen olayları izlemekten hiç şikayetçi değilim. Geçmişte yaptığı hataların
farkında olarak geleceğini kurtarmak için çabalamasını takdir ediyorum;
duygularına, samimiyetine ve çabasına inanıyorum. O yüzden de eskiden
umursamadığım, hikayede Kemal ve Nihan’a çelme takmak için yeri geldiğinde joker
olarak kullanıldığını, dolayısıyla da sabit bir çizgisi ve hikayesi olmadığını
düşündüğüm bu karakteri izlemeyi seviyorum. Çünkü artık kendi hikayesi, kendi
çabası var. Geçmişte hatalar yaptı ve bunların bedellerini şu an yalnız ve de
ailesiz kalarak, ailesinin güvenini kaybetmekle ödüyor.
Zeynep’in Kemal’e hamile olduğunu söylemesini bekliyordum
ama çocuğun Emir’den olduğunu itiraf etmesini hiç beklemiyordum. Tam o anda
Hakan içeri gelir ve çocuğu sahiplenir sanmıştım. Çünkü bana göre Zeynep’in
Hakan’ın evinde yaşamasının yol açacağı bir sonuç olmalıydı ve o sonuç da
Zeynep’in bebeğinin Hakan’dan olduğu sanılması olacak diye düşünmüştüm. Ah benim klişesever hayal gücüm... Meğerse
düşündüğümden daha çok sonucu varmış. Bu Hakan’ın evine taşınma hamlesiyle; hem
düğme (Hayır, Cevher değil.^^) dışındaki tüm cinayet delilleri yok edildi, hem Kemal
kendisini katil adayına ulaştıracak anahtara kavuştu, hem de Zeynep’in
intiharına tanık oldu. Benim açımdan Zeynep’in itirafından ve intiharından daha
da beklenmedik bir şey varsa, o da; intiharın fitilini ateşleyen Kemal’in
“Keşke sen ölseydin!” cümlesidir.
Bana gerçeği ver artık!
Bu söz o kadar ağır bir söz ki, insan anca düşmanına filan
kullanır. Kardeşe edilecek laf değil, hayal kırıklığı veya öfkesi ne kadar
büyük olursa olsun değil! Zeynep, geçen sezon Kemal’i büyük hayal kırıklığına
uğrattı, Emir uğruna ona defalarca ihanet etti. O zaman bile böyle bir şey
söylememişti Kemal. Şimdi kendisi de bir evlat sahibi olmuşken; psikolojisi
bozulmuş, ailesi tarafından yalnız bırakılmış, kendi öz kardeşine böyle bir
cümleyi nasıl kurabilir? Yani Emir’e olan nefreti, Zeynep’e duyduğu sevgiden
daha mı fazla ki, Zeynep’in Emir’den hamile olduğunu öğrenince böyle bir cümle
sarf edebildi? Kendi hayal kırıklığını ifade etmenin bir sürü yolu vardı ama bu
onlardan biri kesinlikle değildi. Tarık, Zeynep’e böyle bir şey söyleyebilir,
ondan beklerim. Emir ve Asu birbirlerine böyle cümleler sarf edebilir, çok
normal. Ama Kemal gibi vicdanlı ve merhametli bir adamın, ne olursa olsun öz kardeşine
böyle bir cümle kurmuş olmasını ona hiç ama hiç yakıştıramadım. Ayrıca doğruyu
öğrenmek için Zeynep’i kollarından tutup sarsması, zorlaması da ona uyan bir
davranış değildi bence.
“Kök topraktan
ayrılamaz derdin
Söküp attın mı
yoksa sevgimi?
Gidiyorsun bir
yabancı gibi
Elinde paramparça
anılar
Bir yanda hiç
yaşanmamış sanki
Harcanan savrulan
yıllar”*
Hüseyin Bey çocukluklarında onlara ne de güzel bir ders
vermiş. Tarık ve Kemal, iki abi olarak narin çiçek Zeynep’i koruyacak sağlam
topraklarsa; toprak beslediği, sarıp sarmaladığı çiçeğe “Keşke kuruyup solsan.”
der mi? Aksine onu yaşatmak için var gücüyle çabalar. Tüm o güzel anılar, mutlu
geçen çocukluk yılları hiç yaşanmamış gibi bir kalemde nasıl silinir?
Emir bir bataklık gibi kendisine bulaşanı gittikçe çekiyor
içine. Zeynep ise, geç de olsa içine girdiği bu aşkın bir cennet değil aksine
bir bataklık olduğunu fark etti ve o bataklıktan kurtulmak için çırpınıyor.
Böyle çaba harcayan birine bu konuda güç ve destek vermek yerine, onu daha da
çok bataklığa iteklemek ne kadar doğru? Kız “Kaldıramıyorum artık bunları, söyleme böyle n’olur!” diye
yalvarırken, Kemal’in sarf ettiği o cümle benim bile içime oturdu, resmen
Zeynep’le birlikte gözlerim doldu. Kemal Zeynep'in samimiyetine, çabasına inanmayabilir, onu hiçbir zaman affetmeyebilir, kendi bileceği iş. Ama böyle bir cümle kuramaz, kurmamalı. İntiharına şahit olmak da Kemal’in
yeni sınavı olsun madem. Kardeşlikten ve vicdandan
sınıfta kaldın Kemal, bütünlemelerde görüşelim.
Yazı devam ediyor.