● Belki biraz da bütün bunlar yüzden beni hüzünlendiren
şey, bu bölüm Sinan ile Seda’nın daha gerçek ve sahici duran dertleri oluyor.
Çocuk kakasının kıvamına duygulanacak raddede olduğumu fark ediyorum.
(Vedalarla aramın iyi olmadığı buradan belli zaten.) Kavgalarını ve kavga ediş
biçimlerini hüzünlüden ziyade çokça komik bulsam da, Sinan’ın baba olmak için
biçilmiş kaftan sayılagelen minnoş enerjisinin bir yerlerde boşa harcanmayacak
olmasının bana verdiği tuhaf bir tamamlanmışlık hissi var.
● Hüzün kotasını doldurduğumuza göre – güya ben komiklikli
şakalı şeyler yazacaktım – biraz da “şirket kafeteryası oturumlarında bu hafta:
bilinçli ana-babalık sempozyumu” esnasında Ömer’in twitter’da gezinmesinden
bahsedebilir miyiz? Yani masadaki hararetli tartışmaya katılmak yerine vaktini
daha verimli değerlendirip New York Times’ın mobil aplikasyonunda haber
okuduğunu düşünesim de var gibi ama kendisinden daha ziyade twitter’da hashtag
geziyor enerjisi almaktayım. Yani neden olmasın?
● Defne yeşil elmayı zaten seviyormuş. Peki. Ama bence esas
o çilekli sütlerde bir bit yeniği aramanız lazımdı. Umarım çikolatasını yediğin
gibi çilekli sütlerini de içip üstüne “DUDAKLARIN
KADAR OLMASIN ÇOK TATLIYDI :) ”
yazmamışsındır Ömer, çünkü belli ki senin hanım çilekli süte aşeriyor. Neyse,
muhtemelen kış günü sosyete manavlarında karpuz kavun kovalayıp çektikleri
fahiş fiyatlara içinden saydırmak zorunda kalmayacaksın... Şanslısın vesselam.
● Bu arada şu parantezi açmak gerekir ki Ömer, artık para
göndermesine (!) gerek kalmayan dansçı kankasını iyi ki günübirlik ziyaret edip,
iyi olduğunu görüp (!) sorununu nihayete erdirmeyi akıl edebilmiş. İyi ki; zira
depresyonda olduğu için yerlerde sürünen libidosuna –geç olsun da güç olmasın
diyemeyeceğim çünkü geç de oldu güç de, ama–
welcome back diyebildiğimiz günleri de görmek varmış kısmetimizde. Gönül
başlamışken bu elbisenin de fermuarını çekip, “bozayım mı rujunu?” teklifini bu
kez kabul ettirebilmeni arzu ederdi ama napalım. Elbise ile aranızdaki +18
içerikli diyalog ile de idare edebiliriz anne bence.
● Cüneyt Çakır’dan bile rol çalacak kadar müşmükemmel bir
hakem olan Aytekin’i, kendini (eğer ısınmakla meşgul değilse) bu performansa 32
diş gülmekten alıkoyamayan Ömer’i, Portekizce konuşmadığı için kendini
dinletemeyen, arkadaş hatırına bu insanlık dışı spora katlanıp aç kalan ama
sonunda zaferi kucaklayan Koriş’i, ondan borç değilse de keşke selfie
isteselerdi dedirten İso ve Serdar’ı, kısacası hangi saçma maceraya atılırlarsa
atılsınlar beraberken daima şahane olacak olan Kiralık Aşk erkek milletini..
çok özleyeceğim. Kalan herkesi özleyeceğim gibi..

Son bir kez hoşçakalsınlar,
hoşçakalalım... Hoşçakalabiliriz, di mi?