Hani böyle bir yere gitmeye çalışıyoruz da varamıyoruz gibi, gelecek bölümler için alt yapı yapıyoruz ama yakın gelecekte de bizi finalin beklediğinin farkında değiller sanki. Geçiş bölümü deyip geçeceğim ama saymayı bıraktım artık, haftalardır böyle bir geçemiyoruz gibi sanki. Hani Neriman'ın Defne'ye 11. bölüm'de söylediklerini anımsıyorum, tam kapıdan giriyorduk ama sığamadık. Zilin sesini duymadılar. Tam zilin sesini duydular, kapıya gidiyorlardı engeller çıktı. Kapıya gittiler, göz deliğinden bakıyorlardı bizi görmediler, boyumuz yetişmedi. Hani sanki, frekansı doğru ayarlayıp Star Tv'yi açmak yetmiyormuş da bir türlü aynı frekansta buluşamıyormuşuz gibi. Ben izleyemiyorum sevgili okur. İzlediğimi anlamıyorum. Anladığımı da yanlış anlıyorum açıkçası. Kanatlanıp uçmak istiyorum, fragmanların yayınlandığı evrende hayat daha güzel gibi sanki.
Bu hikayenin en zorlu kısmı izleyicisine düştü çoğu zaman. Belli bir izleyici kitlesi var ki asla pes etmedi ve her şeye inat, inanmaktan vazgeçmedi. Bunu en iyi, yazılarıma gelen yorumlardan biliyorum. Bir hikayenin içerisine girdiğiniz zaman, her şeyiyle kabul ediyorsunuz ama ister istemez bir beklentiniz de oluyor hâliyle. Zaten beklentiler değil midir, bizi ayakta tutan ve dayanma gücü veren? Şimdi, bu hafta farklı bir şey yapacağım yüksek müsaadenizle. Aslında Kiralık Aşk'ı örnek alacağım ve gelişi güzel, kalem nereye giderse, onu yazacağım.
İlk bölümde öpüşerek birbirlerini fark etmişlerdi Defne ve Ömer. Daha o gün istemeyeniniz var mıydı aranızda evlenecekleri anların gelmesini? Sonrasında aralarında kıvılcımlanan aşkı hissettikçe, kimyalarını ekranın başında devasa bir şekilde içinize geçirdikçe, mutfakta tatlı tatlı koşuşturan asistan Defne ile patronu Ömer Bey'in aynı evde yaşayacakları anları beklemeyeniniz var mıydı? Sevgili olduklarında -ve aslında bir türlü olamadıklarında- şu gelgitler bitsin, engeller kalksın diye düşünüp, onların ilişkilerine doymayı dilemeyeniniz var mıydı peki?
Bazen sevgili okur, "Defne ve Ömer olsun da gerisi çok da mühim değil" diye düşünüyorum. Ve buna rağmen yine de beklenti içerisine giriyorum elbette. Az evvel anlatmaya çalıştığım gibi her hafta aynı titizlikle, bazen azalan bazense artan heyecanımla ekranın karşısına oturuşlarım tam da bu yüzden. İyi ki beklenti içerisindeyim hatta. Yoksa alelade, bomboş baktığım bir diziden ne farkı kalırdı Kiralık Aşk'ın? Defne ve Ömer'e dair hayallerim olmasaydı eğer, onları diğer dizi çiftlerinden ayıran ne olurdu ya da? Dozunu iyi ayarlayabildikten sonra beklenti içerisine girmek de mübahtır bence. Ve evet "doz" ciddi mesele.
Hep yakındığım bir mevzu var. Kiralık Aşk'ı yorumlamaya 29. bölüm'de başlamış olmam. Geç kalınmışlık olarak görüyorum bu durumu, kendime içerliyorum çoğu zaman. Çünkü "bebeğim" gibi özendiğim her bir yazının yeri bende ayrı. Ve her bölüm yorumu, o bölüme dair hislerime bir yolculuk benim için. Yine de Allah'tan hafızama da güveniyorum ve aslında, her bir bölümü seyrederken ki, ilk hislerim hâlâ belleğimde taze. Yayınlanan ilk bölümüyle beraber Kiralık Aşk'a başladığım için, her geçen hafta, bölümü sindirmek için mükemmel bir deneyimdi ve bu yolda en az altmış altı haftalık mesaim var sevgili okur. Aradaki üç ayı da siz ekleyin benim yerime bu hesaba.
Bölüm bittikten sonra, şöyle geçmişte minik bir zaman yolculuğu yaptım. Ne kadar saçma şeylere sitem ettiğimi fark ettim. Elbette, yerinde gayet mantıklıydı tüm sitemlerim ama şimdi bir önemi kalmıyor. Mesela sevgili okur, 30'lu bölümleri "Çare DefÖm" , "Defne ve Ömer'i özledim" gibi gibi büyük puntolarla yorumlarken, bugün geldiğimiz noktada, hâlâ bu konuda ısrarcı olmamın suçunu kimde aramalıyım şimdi? Senaryonun gidişatına sitem ederken, senaryo nereye giderse gitsin, Defne ve Ömer'e hasret kalmamın yükünü kimin omuzlarına yüklemeliyim? Hangi beklenti içinde olursam olayım, bana verileni başının üstünde taşımış bir izleyici, yalnızca daha iyisi olsun diye uğraşan bir yazar olarak, bildiğim doz ayarına rağmen, ekran karşısından tatmin olmadan ayrılmanın cezasını kime kesmeliyim?
Defne ve Ömer birbirlerine çok aşıklar sevgili okur. Bu konuda zaten, aşkı bilen ya da bilmeyen herkesle hemfikiriz. Aştıkları engellerden, atlamadan yıkarak geçtikleri engebelerden, içinden çıktıkları Gayya'dan hâllice kuyulardan ve yüreklerinden bir bir söktükleri sır dikenlerinden biliyoruz. Aşkın acısını, ızdırabını ve tüm ağırlığını, mutluluğundan daha çok kez sırtladıkları için biliyoruz. Üstelik, belki en iyi şekilde 14.Bölüm'deki dağ evinden beridir biliyoruz. Her ayrılıklarında, sevgili olduklarını bildiğimiz gibi biliyoruz tüm bunları.
Çok şey yaşadılar ve buna rağmen hiçbir şey yaşamadılar sevgili okur. Bizim en büyük derdimiz tam olarak bu değil midir zaten? Üstelik, çok uzun zamandır dile getirdiğimiz, yakındığımız ve umutla beklediğimiz olay değil midir bu? Herkesi ve her şeyi geride bırakmalarından daha çok neyi bekler bir kiralıkçı? Kafaları rahat, yürekleri rahat, kırmızı olmasını ümit ettiğim kapılarını kapatıp, iki kişi olmalarından daha mühim ne vardır bir kiralıkçı için? Hiçbirşey.
Açıkçası artık mesele, baştan bugüne kaç bölüm geçtiği değil, sona kaç bölüm kaldığıdır benim kanaatimde. Ömer'in travması ya da Topal Ailesi'nin karın ağrısı değil, kıyamet kopsa umrumda değildir ve olmayacaktır. Beklenti içerisindeyim sevgili okur. Neden yazıldığını bilmediğim, saçma sapan ve altı boş dramalarla ve Defne ile Ömer'siz ilerleyen bir bölüm izlemek istemiyorum artık. Şu cümleyi kurmanın, üstelik finale az kala kurmanın derin kederini ve kasvetini üstlenip, vicdan azabı çekmeyeceğim. Önüme koyan her şeye sonsuz saygı duyan ve kelimelerini her an, seçici kullanan bir izleyici ve yazar olarak, naçizane eleştirime de yetkili kişilerden saygı bekliyorum şimdi. Defne ve Ömer nerede? Gitmeden bir onları da görseydik. Bu yolun geri dönüşü yok, sonra çok özleyeceğiz. Kusura bakmayın, söylemek zorundayım, en çok onları özleyeceğiz.
Yazı devam ediyor...