Hayatta en büyük şanslardan biri, yaptığı her şeyin bir sebebi olduğuna ve ne yaparsa doğrusunu yapacağına inandığınız birisiyle beraber bir hayat yaşamaktır sanırım. İçinde bulunduğunuz geminin rotasını sorgulamadan, kendinizi bir kimsenin kollarına teslim edebilmek kadar ne huzur verebilir insana? İzlerken anlamakta güçlük çektiğim, bir sabah uyanıp sevgilisinden duyduğu, "Benim gitmem lazım" cümlesine, içinde barındırdığı tüm merak ve endişeye rağmen, "Sana güveniyorum. Sen her şeyin en iyisini bilirsin." diye cevap verebilmek sevgili okur, kimin harcıdır?
Altmış altı haftalık yolculuğun hatırımda bıraktığı izlere istinaden, evde bulduğu alelade bir numarayı aramasına kızdığım, her şeyi yanlış anlayacağını ve basıp gideceğini düşündüğüm bir Defne vardı karşımda. Gidecek yeri olmadığını bile bile, zaten bu noktada çekip gitmesi acıtacaktı Ömer'in canını benim düşüncemde. Anlatmadığı sırrı sebebiyle kendini suçlayacaktı. Oysa Defne, kafasında oluşan belki binlerce soru işaretine rağmen, numaranın yazılı olduğu kağıt avuçlarında, sevdiği adamın yatağında uyuyakalarak, bir kez daha olduklarını kanıtladı bana. Günün sonunda eleştirdiğim binbir sembollü pijamalarına, sıkıldığında bulaşık yıkayarak vakit geçirmesine, kendine yatırım yapmamasına, bir kitap alıp okumamasına ya da hâlâ bir stiletto giymemiş olmasına rağmen, gurur duyduğum kadın olmayı başarmıştı çoktan.
Bir gece yarısı bankta, "Defne'nin bir bildiği vardır!" cümlesini duymayı beklediği sevgilisine güvenmeyi seçmiş ve bir geri adım bile atmamıştı Defne. Aynı cümleyi, kız isteme merasimi mahvolduğunda da duymayı beklemiş ve yine de karşılığını alamamış ama kendisi ansızın bir zamanda, tüm cürretiyle göstermişti Ömer'e. Güven duygusu, uzaktan bakıldığında Ömer'in zayıf noktasıymış gibi görünse de Defne de çoğu kez bu durumdan mütevellit acılar yaşamıştı. Ve yine uzaktan değil de biraz daha yakından bakıldığında, annesi babası tarafından terk edilmiş bir çocuk kadar, güven duygusunu kim yitirebilirdi ki?
Ömer'in annesinden babasından ziyade, "aile" dediği yakın akrabalarından ve küçük çevresinden yediği kazıklara nazaran, Defne daha içeriden yemişti o kazıkları. Ve üstelik Ömer'e her zaman güvenmiş, her zaman en doğrusunu yapacağına inanmıştı. Nikahın ertesi günü terk edilmesine rağmen, Ömer geri döndüğünde, çok kısa bir zamanda yine Ömer'e güvenmeyi seçmişti Defne. Çünkü bu Defne'nin istikrarlı olduğu tek konuydu. Aynı şekilde, kendisiyle beraber "güven" duygusu konusunda sorunlar yaşayan ailesi, Ömer'in farkını Defne kadar iyi bilmedikleri için şu an onu anlamıyorlardı zaten. Defne, Ömer'den bir an bile şüphe etmemişti. Ve özgüveni olmaması pahasına, ne Ömer'den ne de iyi niyetinden hiçbir zaman şüphe etmemişti zaten. Gider sandığım Defne, beni yanıltmış ve aslında çok da tutarlı bir hareket sergilemişti yani.
Bir kez daha aynı yere geliyor satırlarım sevgili okur... Zaten çoktan tamam olmuş bir ilişkinin etrafındaki, artık Defne ve Ömer'i etkilemeye gücü bile yetmeyen kara bulut teferruatlarından başka bir şey değil izlediğimiz. Gönül isterdi ki ne leprikonla uğraşalım ne de Topal Ailesi'yle. Tüm olmuşlukarın içinde, tatlı bir rüzgar esintisiyle, romantizm kokan yer yer komediler izleyelim ve sonsuzluk evrenine bir adım atabilelim isterdim ve hâlâ da istiyorum tabii!
Ömer'in bu sırrı bu kadar saklamasının sebebi nedir bilmiyorum ama aynı evin içinde, Defne'nin bir süs eşyası olabilmekten öteye geçmesini umut ediyorum. Çünkü, "Defne bende yaşa" diye neredeyse 20'li bölümlerden beri kendini paralayan adamın, "Sen uyu" demekten fazlası için bunu istediğini tahmin edebiliyorum. İki iyi iş ve ev arkadaşı olduklarına ikna ettiler beni, lütfen aralarındaki tüm tutkuyu yitirmedikleri, otuz senelik evli çifte terfi etmedikleri zamanlardan flashback alabilir miyim? Yani diyorum ki, Neriman ve Necmi'den farklı davransalar mı artık? Defne ve Ömer'in yaşayamadıkları kısma geçmeyi en az Defne kadar diliyorum. Kaldı ki belki Defne'den bile daha çok diliyorum çünkü o sonsuza kadar öyle yaşayacak da ben o kadar uzun zaman göremeyeceğim.
Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.
Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvur
aydınlanmış ışıklarla
aydınlanmış bizim için
billur sarayımız...
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
selamlıyalım gülüm,
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın...*
Ve ben ne umut edersem edeyim, ne düşünürsem düşüneyim, hangi beklenti içerisinde olursam olayım, tüm olmamışlıkların arasında zaten evveliyattan beridir şahane olan ve artık olduklarına hepimizin yürekten inandığı Defne ve Ömer'in bir uykuya dalış hâlleri, her şeyi unutturuyor zaten bana. Ve ben biliyorum; ne yaşanırsa yaşansın Ömer her seferinde, erken vakitte uykuya dalmış Defne'lerin yanına tatlı tatlı sokulacak ve ertesi gün, güneş onlar için yine çok güzel doğacak.
İyi ki.
Sağlık, sıhhat ve afiyetle.
*Nazım Hikmet