Çocuk gibi -kuzu gibi- uyanan, duşa giren, on beş dakika kahvesiyle camdan dışarıyı izlerken, kim olduğunun aydınlanmasını yaşayıp güne başlayan Ömer Bey'ler... Dişlerini fırçalarken tüm koridoru gezen, aynı anda bir sürü iş yapan, mütemadiyen dolapların kapağını açık bırakan ve eve gelir gelmez, ışık hızıyla üzerini değiştiren Defne Hanım'lar...
Hayatını belli rutinlere göre yaşayan ve çok fazla değişikliği sevmeyen Ömer, bir vakit eve geldiklerinde, koltuklarla masanın yerini değiştirilmiş bir şekilde bulabilir bile mesela. Çünkü hayatında, aynı şeylerden sıkılan ve değişikliği seven bir Defne'si var artık. Birbirlerinden farklılar ve bir o kadar da birbirlerine benziyorlar aslında. Birbirlerini her koşulda tamamlıyorlar ve genel tabloda asla eksik bir yer bırakmıyorlar. Bir elmanın iki yarısı kadar uyumlular, birlikte tamamlar, olmuşlar işte ve bunun gayet farkındalar da.
Sinan'ın Seda ile yaşamayı dilediklerine gözüm takılırken mutlu olmuyor değilim. Çok kısa zamanda, çok farklı insanla deneyimlediği her şey zaten Defne ve Ömer'den hızlı gelişti. Bu da gelişir. Elbet, bir velayet davası sebebiyle hem aşık hem de manyak olduğu için, hemen nikah masasına oturabilirler. Otursunlar da sorun etmiyorum. Yalnızca öncesi, kendisi ve sonrasıyla düğün mevzusunun çok eğlenceli olduğunu iddia eden Koray'lar, içimdeki kabuk bağlamaya yüz tutmuş yarayı kaşıyorlar. Çünkü söz konusu Defne ve Ömer olduğunda, "düğün"e çıkan her andan ne kadar da mutsuz ayrıldığımızı düşündükçe, kahroluyorum sevgili okur.
Altmış altı hafta sonra, Serdar'la bir konuda hemfikir olmak ve konunun İso olması da yüreğimi dağlıyor pek tabii. Ayşegül'ün evli olduğu gerçeği, İso'nun öyle uzaktan uzaktan, hiç konuşmadan ona bağlanması ve konunun nereye bağlanacağını bilmemek mutsuz ediyor beni. En çok harcananlarda bu hafta diye liste yapsam, kaç kez bu listeye girer onu düşünüyorum. Sonra, açıyorum Defne ile Beşiktaş Marsı söylediği sahneyi, Fenerbahçe'li bir kimse olarak, onlara eşlik ederek acımı bastırıyorum. Umarım kendimi acının üstüne çıkmış bir şekilde bulmam.
Neriman'a ve Koray'a farklı bir kaç sahnede haftalar sonra gülebilmek mutlu ediyor sonra beni. Danslarına rağmen gülebiliyorum onlara evet. Hatta onları kısa bir süre sonra göremeyeceğimi düşündükçe, daha çok dans etseler de öylece hipnotize olmuşcasına izlermişim gibi geliyor. "Ömüş gidersen Şükrü'yü ben istiyorum!" isyanıyla beni kahkahalara boğan Koray gibi sanırım "Giderseniz Koriş'i ben istiyorum!" diye yanıt verecek raddedeyim. Çünkü ömür boyu, mercimek köftemle patates salatamı paylaşma -hatta kendim hiç yiyememe- pahasına, onunla bir dünyaya girip çıkmazsam hayat daha eğlenceli bir yer olabilir biliyorum.
Neriman'ın torun İplikçi'leri hayal ettiği kadar çok hayal ediyorum ben de belki göremeyeceğim o günleri. Defne'nin manav olmuş olabileceğini dile getiren Aytekin'e gülümsüyorum ve mesajı alıyorum yine. Belki de algılarım beni yanıltıyor ama bu ihtimalle bile ilgilenmiyorum. Defne'nin gördüğü rüyayı, bahçeli bir evi, belki üç kişi olduklarını ve Defne'nin bahçelerinde sebze yetiştireceği günleri düşünüyorum. Tatlı bir şarkıyla hayali bir flashforwardın içine girdiğimde, Neriman kadar tuhaflaşan mimiklerimi gören beni deli zannediyor. Bense zaten bu hissimi bir kiralıkçıdan başkasının anlayamayacağını çok iyi biliyorum sevgili okur.
Ve işte "olduk bence"nin en doruk noktası, "şahane olduk!" kıvamına gelen hâl benim nezdimde işaret dilidir sevgili okur. Ne yapıp yapmayacağını gayet iyi bildiğiniz ve sizin kanaatinizde olması gerekeni kaşınızla gözünüzle anlattığınız, anında mesajı havada kapan bir kimse var ise, tutun ve bırakmayın. Şükrü Abi'ye sarılacaksın tabii Ömer, o dururken bana sarılacak hâlin yok herhalde! Böylesi bir olmuşluğa tüm kelimeler yetersiz kalırken, sıfatların da pek bir önemi yoktur tabii. Bana kalırsa -ki bence çok bana kalmasın- en güzel hitap şekli, insanın ismidir! Çünkü herkesin aynı şekilde dile getirdiği isminizi, sevdiğinizin sesinden çok farklı duyarsınız siz. Bunu en iyi yaşayan, Defne'nin "Ömer" hitabıyla kendinden geçen, adeta "Ulan ne güzel adım varmış!" diye düşündüğünü bize çok iyi geçiren Ömer'dir. Yani birbirlerine çok sık "aşkım/sevgilim" diye hitap etmelerinden rahatsız olmamakla beraber, zaten ben onların birbirlerine "Defne/Ömer" deyişlerini her şeyden çok seviyorum.