Kiralık Aşk: İnce sevda...
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir Ömer İplikçi’yle bir Defne Topal’ın bir akşam koltuğa uzanıp, çay-çekirdek-kurabiye keyfi yapabildiklerine pek sık rastlanmayan bir masal anlatılırmış. Bu o kadar doğaüstü bir olaymış, o kadar doğaüstü bir olaymış ki, elini değdirdiği ruhları meftun eder, gözleri kamaştırır, kulakları şarkılara sağır edermiş. “Aşık olmak mı yoksa aşk olmak mı...? Hangi dünya telaşı önler ki, aşkı ince sevdayı?” soruları havada kalırmış, çünkü “boş verir”miş gören herkes, “hangisi gelmiş, hangisi geçmiş.” Çünkü “anda olmak en iyisi”ymiş.

Şahane an’lardan birindeyseniz şayet, anda olmak en iyisidir elbet, sevgili Aydilge ve pek sevgili İplikçiler. En son geçtiğimiz bölüm sizi “erkek/kız arkadaş” statüsünde bıraktıysak da benim koşullara güvenim fazla olmadığından direk farazi nikah cüzdanlarını farazi avuçlarınıza yapıştırıveriyorum. Şansım olsa, o avuçlarınıza öncesinde birer şaplak da atıp “bundan sonra size anlaşamamak da yasak” diyeceğim ama, iki inatçı keçi olduğunuz sonunda burada da birinci ağızdan tescillendiğine göre beni kaale almamanız da büyük ihtimal.  

Yoksa bana kalsa, yeterince düşünülmeden verilen tepkilere topyekün ambargo koymak, düşünmeden yapacağım ilk icraat.  Yatağa girince sabaha kadar sevdiğiniz adamı düşünüp uyuyamıyor musunuz, mesela? O zaman İtalya’dan getirdiği minnak burnunu işinize sokup sokup hayatınızı nasıl alt üst ettiğine değil de, hayatınızın ipoteğini elinde tutuyormuşçasına sizi iyi niyetiyle örseleyen, süründüren dost azaplarına odaklanmakta fayda olabilir sanki.   

Aslında bu “Eh be Defne!” faslını geçtiğimiz hafta ziyadesiyle yazıp çizmiş olmak suretiyle geride bırakmak vardı planda ama hayat plan yaparken başımıza gelenlerdir işte, heyhat! Aynen Pamir Marden gibi! Albertine belki hala kayıptır diye ortalarda maskara olacağını bilseydi bu toplara hiç girer miydi bilemiyorum koca Sir; lakin ateş bacayı sarmakta gecikmemiş olacak ki, Defne’nin “ne kadar kendinin farkında olmadığını” aylar sonra bir tur da Pamir’in ağzından dinlememiz gerekiyormuş. 

Halbuki bunu biz tam bir sezon önce Ömer’in ağzından duyduğumuzda –bağrımıza basa basa, gözlerimizden sanal kalpler çıkararak filan– anlamıştık; ama 60 bölüm sonra elimizde Ömer’in kendisine hâlâ en ufak inancı olup olmadığını sorgulayan bir adet Defne Topal’ımız olduğunu düşünürsek, sanırım Kiralıkçılar olarak topluca bu “anlayana kadar yılmadan anlatma” konusunda biraz daha sebatkâr davranmamız şart. 

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER