Neticede orada; sevdiği, aşık olduğu Ömer’in kendisine kızgın dostu İso ile uzlaşma çabalarını -tam olarak ne sebeple olduğuna akıl sır erdiremediğim biçimde- görmezden gelen; ve yüzüne kapıları kapatan kendisi olmasına rağmen “İso olmadan Ömer’le olmaz” demeyi sürdüren bir Defne bulunmaz tahminen... Burada, yani absürt komedi olmayan dizimizde, genelde argüman da dinleyemiyoruz ama Defne’ninkisini duymak isterdim ben, siz de istemez miydiniz? İso kapıları yüzüne kapatınca Defne anlaması gereken ne varsa anlamış mı oluyor ki, tutup Ömer’i dinlemeyi bile reddediyor? İso ile Ömer’in anlaşamaması konusunda kafasını tek başına –Pamir’i saymayı kamuoyu yararına reddediyorum(!)– toplamaya çalışırken, tam olarak hangi bilgileri kafasında tartıp toplamaya çalışıyor mesela? İso’nun zahmet edip söylemediği şeyleri mi, Ömer’den dinlemeyi reddettiği şeyleri mi? Ömer’in ustanın dükkanını dağıtıp, çıkarken İso’ya da bir yumruk sallamayı ihmal etmediğine filan mı kanaat getirmiş mesela ki, Ömer’e konu hakkında asla ve kat’a tek söz ettirmiyor? Ömer’in telefonlarını açmayıp, Koray’a “Ömer’le biz olamıyoruz” diyor? Ne diyeceğini dahi dinlemediği adamla rüyalarında tam olarak nasıl cebelleşiyor? (Hayır, zor oluyordur, data yok!) Bunu aslında sormak istemiyorum ama, eğer “Bir Kiralık Aşk aydınlanması daha: Pamir Marden” yaşanmasaydı, bundan sonra ne olacaktı o zaman? 

Girmek istemediğim şu yolun ağzında daha fazla oyalanmadan U dönüşü yapıyorum, zira ıstırap insan psikolojisine, psikoloji biliminden çok daha derinlemesine nüfuz edecekse gitsin az ötede etsin. Ben de artık biraz minnoşlaşmak, gevşemek, tek ayağımı L koltuğa uzatıp mayışmak filan istiyorum zira benimki de can ve canım çay kurabiye çekirdek filan çekiyor. Aşkın karşısında hangimiz güçlü ki ben güçlü kalayım? O yüzden Aydilge “dinle beni yine tak, tak, tak çalıyor aşk” deyince oturup dinliyorum tabii. Kalbimi pat pat sarıyor aşk, çünkü nasıl sarmasın?

Neticede, yazarın da dediği gibi, “an’da yaşamak en iyisi”. Ve o “şahane an”lar, anlıyoruz ki, “biz birlikte şahaneyiz” anları... Ne konuştuklarını duymasak da mutlu olduklarını, ne yaşanırsa yaşansın birbirlerinin kollarında olmaktan huzur duyduklarını anladığımız, gerçekten bir kutuya konup saklanması gereken anlar. Hesapsız kitapsız, önyargısız, dertsiz tasasız, fındıklı kurabiye kokan, çay kokan, aşk kokan anlar.  

Sanki bir rüzgar çıkıyor, ve bizi hiç bilmediğimiz daha önce gitmediğimiz bir yere savuruyor öyle...
Mutlu muyuz orada bari?
Çok.

Bunu hatırlamamızı istiyorsunuz galiba... Tamam, hatırlarım ben. Taa oralara gider, bir rüzgar uzaklıktaki, bizim pek bilmediğimiz, daha önce çok gitmediğimiz ama Defne ile Ömer’in mutlu, ebediyen çok mutlu olduğuna artık emin olduğum o sihirli masal ülkesine savrulur, accık duygulanır, geri gelirim. Sonra Sinan bir selfie çeker, bir umut belki bize de atar bir gün; ve o fotoğrafı görünce o şahane anı ve beni geri götürdüğü diğer şahane anı hatırlarım. Akşam güneşi ağaçların arasından süzülüp gözümü doldurur. Ortalık kurabiye kokar, çay kokar, aşk kokar... 



Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER