Uzak Şehir: Rakamsal başarı kalitenin de göstergesi midir?

Uzak Şehir: Rakamsal başarı kalitenin de göstergesi midir?
Yazıp yazmama konusunda bir süredir düşünüyorum. Reytingler de gayet iyi ne gerek var dedim. Fakat sonunda diyeceğimizi demek en doğrusu galiba kararına vardık. Zaten reyting bir kalite ve doğruluk ölçüsü değil bilindiği üzere. Ne diziler gördük her türlü yanlış karakter işleyişi ile, şiddet ve ihanet gibi konuları normalleştirerek verdiler ve hatta bu toplumun kanayan yaralarından okutulmayıp evlendirilen kız çocuklarına dair mesaj vereceğim diye yola çıkıp, yüksek reytingler alıp, bu konuları sadece daha da kanattılar. Yani ölçülebilen verilerde iyi iş çıkaran her iş, ölçülemeyen parametrelerde de iyi demek değildir. 
 
Tereddüt etme nedenlerimden biri de aslında Uzak Şehir'in baştan zaten akraba evliliği, töre vs. gibi toplumumuzun aşmaya çalıştığı konuları normalleştirmesiydi. Yani "bu dizide zaten bunlar bunlar işleniyor, sence asıl sorun bu mu?" diyecek olanlar da olacaktır. Baştan söyleyeyim zaten bu konuda Uzak Şehir'in arızalarının büyük olduğunun farkındayım. Dizinin konusunda ve yarattığı dünyada var bu arıza. Fakat tüm bu arızalar içinde doğru işlenen yazılan bir kadın karakter görebilirdik ki, bu hikâyenin ruhunda herkesi yakalayanın kadın karakterinin içine düştüğü çıkmaz, onun oğlu için olan savaşı olduğunu kimse inkâr edemez sanırım. Bu savaş meydanında çıkacak olan aşkta, savaşı olan kadın karakterimizin savaşı unutulmamalı. Bu kadar yanlış mesajın zaten konulaştırılıp olağanlaştırıldığı dizi içinde, olabilecek en doğru mesaj bu olur sanırım. 
 
Peki bizim elimizde Alya'dan ne kaldı? Aşk birtakım değişimleri getirebilir fakat Alya'nın değişimleri, duyguları ve tepkilerini izliyorken, o savaşı olan kadın gitti ve tek taraflı aşk yaşayan, Cihan'a aşık kadınlardan biri daha oldu elimizde. Bu herkesin âşık olduğu Cihan meselesi de ayrı çiğ ya neyse. Şeyda, Demir karakterine aşık ve babasının katili aileden biriyle töre nedeniyle evlenip sevdiği adamdan ayrıldığı için, babasının katili aile ile yaşamak ağır geldiği için sonunda intihara sürüklenen biri olabilirdi. Böylesi daha inandırıcı olurdu. Ama illa erkek karakterimize âşık olacak. Demir'e aşıkken birden babasının katili aileden olan, töre için evlendirildiği Cihan'a âşık olmuş ama o hep Meryem'i sevmiş... Ooo... Çok zorlama değil mi? 
 
Neyse dönelim Alya'ya. 
 
Alya'nın çocuğu ile ilgili savaşı çok özeldi. Bu arada söz konusu çocuk ile ilgili de izlerken çok rahatsız eden yanlar var. Çocuk oyuncumuz Kuzey çok tatlı ve yetenekli. Onu izlemeyi seviyorum. Ben ekranda izlediğimiz Cihan Deniz'in metin üstündeki karakterinin absürtlüğünden bahsetmek istiyorum. Bir kere bu anne çocuk ilişkisinde Alya'nın çocuğuna sevgisini bağlılığını hissederken, Cihan Deniz'de bunu hissedemememiz baştan beri rahatsız edici. Bunun için bütün bu savaşın içinde Alya için üzülürken çocuk yönünden hiçbir duygu hissedemiyor insan. Çocuk annesine babaannesinin kötü davrandığı ortadayken, onun için hala yabancı olan bu insanlar içinde o akrabadan bu akrabaya koşuyor ama annesine karşı tüm algıları kapalı. Aşırı yapay bir amca sevgisiyle başlayan Cihan ile ilişkileri de şimdi aşırı yapay babalığa evrilmiş durumda. Çocuğun anne ile bağı verilmeden ortada daha yeni tanıdığı bir adama baba diye koşturan bir çocuk var. Halbuki hikâye çocuk dahil herkesi Cihan'a aşık etme derdi olmadan işlenseydi, öncelikle babasını kaybeden Cihan Deniz'in annesini de kaybetme korkusu yaşamasını izlemeliydik. Çünkü normal olan o. Çocukta bu korkular işlenmeliydi. Kanada'da büyümüş bir çocuğun oraya alışması zaman almalıydı mesela. Cihan ile olan ilişkisinin amcadan babaya çevrilmesi, Cihan Deniz'in emek gerektirmeyen ve bir tepside normal üstü bir hevesle hazır sunduğu kabullenişi ve hatta fazlasıyla isteği ile değil ilmek ilmek sevgi ile emek ile işlenmeliydi. Böyle izlemesi daha keyifli ve gerçekçi olacaktı bu ilişki. 
 
Bir de harika bir çocuk deniyor dizide. Çocuk olmanın verdiği masumiyet ile elbette harika ama Cihan Deniz çok sorunları olan bir çocuk. Mesela silahı eline alıp hayvan öldürmeye bu kadar hevesli olması büyük alarm kaynağı. Silah hevesi başlı başına sorun. Direkt annesini bile bırakıp ağam paşam denildiği yeri tercih etmesi duygusal ilişkiler ve bağları tayin konusunda problemi olduğunu gösteriyor. Zira şu an aynı şeyi kendine yeni baba atayıp önceki ailesi ve yaşamını bastırarak yapıyor. Ha bence çocuk toprakları olmasının getirdiği ve ona pompalanan güce de sattı biraz her şeyi ama henüz o yaştaki çocuğa bu çıkarcılığı konduramıyorum tabii. Fakat işleyişte bu da var gibi oldu. O olmak istediği şey ağa Cihan ve yönetmek. Yani bu çocuk sorunlu ve desteğe ihtiyaç duyan bir çocuk. 
 
Dönelim Alya'ya... 
 
Alya'nın savaşı Cihan'a âşık olması ile son bulacak, değişecek bir savaş değil. Zaten bu aşk kısmının duygu yoğunluğunun tek taraflı gibi verilmesi başka bir sorun ama ona sonra değineceğiz. Alya'nın Cihan'a âşık olması Alya'nın asıl amacını değiştirir mi? Diyelim Cihan da aşkını itiraf etti ve gerçek evliliğe adım attılar. Sorun kalmayacak mı? O zaman şunu soralım. Kim çocuğunun bir şehirde bir parça toprağın ağası olup kaçakçılık, silahlar ve bir sürü yasa dışı eylemi kapsayan feodal bir yapının başına geçmesini ister? Cihan Deniz'in edebiyat, bilim, sanat, vs. ile dolu aydınlık bir yaşamı ve buna göre mesleği olup bu ışıkla yaşayabilecekken bu feodal yapının Cihan gibi kölesi olmasını ister mi Alya? Çünkü Cihan öyle. O feodal ve yasadışı yapıya su taşıyor ve oradan besleniyor. Cihan istediği kadar iyi bir adam olsun ve bireysel olarak âşık olunabilecek özelliklere sahip olsun, gerçeği o mahkûmu olduğu feodal yapı ve illegal işler. İşte bu noktada çiftin Alya'nın Cihan'ın abisinin karısı olması sorununu içlerinde halletseler bile halletmesi gereken asıl savaşı yatıyor. Alya'nın asıl bırakmaması gereken savaş da budur.
 
Son yıllarda ekranda izlediğim en güçlü, en çeşitli renkleri olan, düz ve sıkıcı olmayan, kavgalarını sonuna kadar yapışını izlediğimiz, öfkesinin kavgalarının ardındaki acıları da korkuları da izlediğimiz kadın karakteri Ceylin Erguvan'dı. Ceylin ekranda izlerken elle tutulacak kadar gerçek gibiydi aynı zamanda. Çünkü biz Ceylin'in ruhunu, karakterini, ne yapıp ne yapmayacağını biliyor, onu tanıyorduk. Yaralarını da kavgalarını da hayata bakışını da biliyorduk. Ceylin'in monologları mesela her birini ayrı ayrı seviyorum. Karakter bize öylesine net, gerçekçi ve içten verilmiş. Mesela Ceylin Alya'nın yerinde olsa demeyeceğim ama Alya'nın avukatı olsaydı, Alboraların tüm yasadışı işlerini ortaya çıkarır ve Cihan ve Sadakat'i hapse attırıp Alya'nın çocuğunu almasını sağlardı. 
 
Alya daha alıştığımız bir koda sahip bir karakter ama dizinin elinde çok sağlam bir kadın karakter yazabileceği tüm argümanlar var. Alya'nın gözü kara da olabildiğini biliyoruz. Fakat biz tüm savaşlarını, gerekçelerini, kaygılarını bırakıp Cihan'ın hayatına uygun hale getirilen Alya izlemeye başladık. Halbuki Alya'nın endişeleri de gerekçeleri de hala geçerli. Sadece Cihan Deniz de değil, Alya'nın kendi hayatı var bir de. Eski hayatına özlem duyduğu, bocaladığı, konağın kısıtlı yaşamı içinde boğulduğu anları görebiliriz. Bu kadın hiç mi bir sanat etkinliğini ve sosyal etkinliği özlemiyor mesela. Sadece Cihan olsa hadi aşk diyeceğim de Sadakat gibi hiçbir derinliği olmayan ve buna rağmen kendini haklı gören cahil bir kadınla yaşıyor.
 
Evet, buradan geliyoruz Sadakat'e. Gonca Cilasun ona verilen Sadakat'i harika canlandırıyor. Yani onun oyununu seyretmek büyük keyif. Fakat benim sorunum ortaya konan Sadakat'te ve buna rağmen Sadakat'i olmadığı biri gibi görmemizin istenmesinde. Sadakat cahil bir kadın. Dizi bunu kesinlikle kabul etmek istemese de cehaletin güç ile birleşmiş hali Sadakat. Ekranların gelinine kötü davranan ilk kaynanası değil Sadakat. Fakat örneğin İstanbullu Gelin'de Esma Hanım’ın bir asaleti de vardı. Çok çektirdi Süreyya'ya, bağnaz yanları da vardı. Fakat insan yanı da vardı. Çalışanlarına, onu hanım olarak gören etrafına şefkatini gösterip annelik yaptığını da gördük. Daha ruhu olan bir karakterdi. Mesela Esma Koza Han'da dolaştığında saygı uyandırıyordu. Sadakat'te bu yok. Zorla masum bir kızı konağa kuma diye getirip, istediği olmazsa öldürtebilecek kadar kötü biri. Alya'yı vurması da ne annelik ile ne başka bir şey ile açıklanabilir. Kötülük ve canavarlaşma ile açıklanabilir sadece. O kadar yıl hanımağalık yapmış ama kendini geliştirmediği gibi ruhunda da cehaletinden güç alan bir kadın. Kuma getirdiği bölümlerde o kadar çok sıkılıyordum ki biri şu Sadakat'e bundan yüzyıllar sonra o ve oğullarının kemiklerini bulsalar Boran ve Cihan'ın kardeş olduğunun anlaşılacağını, çünkü soy takibinin öncelikle anneden alınan ve nesilden nesile pek bozulmayan (Y-DNA mutasyona uğrayabiliyor), takibi bu nedenle kesin olan mitokondriyal DNA ile yapıldığını ve başa geçmesinden korktuğu Cihan Deniz'in de Ecmel'in değil Alya'nın ve Fikriye'nin soyu sayılacağını anlatsın dedim kendi kendime. Tabii Cihan'ın sahip olacağı herhangi bir çocuğun da annesinin mitokondriyal DNA’sını taşıyacağını, Sadakat'in mitokondriyal DNA'sının geçeceği tek torununun Nare'nin çocuğu olacağı... Sonra tabii Sadakat gibi cahil bir kadının bunu zerre anlamayacağını düşündüm.
 
Sadakat'e atfedilen ve kesinlikle oturmayan bir başka konu ise Boran'ın hatırlatıcısı olması. Sadakat Cihan'a abisinin isteği ile evlendiği abisinin karısı ile aşk yaşamasının uygun olmayacağını söyleyebilecek kişi değil. Cihan'ın kendisi onun sevgilisinin abisiyle evlenip çocuk yapması ile olmuş. Sadakat'i zorlayan da yokmuş, çocuğu ile tehdit de edilmemiş. İstese sevgilisinin abisi Azem'den sadece yardım alıp çocuğu ile bir hayat kurabilirdi kardeşini alarak. O da Azem de evlenmeyi seçmiş ve gerçek bir evlilik yaşamışlar. Sadakat şimdi hanımağa ise sevgilisinin abisi ile evlendiği ve gerçekten karısı olduğu için. Bunun için Sadakat Boran'ı hatırlatıp yakışık alır mı dediğinde saçma oluyor. "Sen ve babam için yakışık almış ki ben olmuşum." diyemeyen Cihan da ayrı sorun. Sadakat'in Ecmel konusunda gerçekten mağdur ve haksızlığa uğramış taraf olsa da kesinlikle duygusal olarak karakterle bağ kurdurmuyor. Çünkü o mağdur genç kız başka insanları mağdur eden bir canavara dönüşmüş durumda. 
 
Bu arada Boran konusunda Cihan'ın dokunmayacağını bildiği için Alya'yı ona emanet etti kısmını da ikna edici bulmuyorum. Boran hataları olsa da kötü bir adam değil şu ana kadar bildiğimiz kadarıyla. Alya'ya yaptığı, onu tuzak gibi Mardin'e yollayışı çok bencilce ve haince ama sevmiş Alya'yı ve kardeşini de seviyor. Yani kendi sevdiği kadını emanet ettiği videoda Cihan'ın sevdiği kavuşamadığı kadının adını şifre olarak koyması anlaşılır bence. Fakat bundan karımla evlen ama hiç de dokunma mesajı çıkmıyor. Videoda sadece emanetim olarak gör de demiyor. Kaldı ki kimse sevdiği kardeşinin yalan bir evlilikle kendi karısı ve çocuğu olmadan bir hayat yaşamasını istemez. Böyle bir hayata mahkûm etmez kardeşini. Oturmuyor ve saçma geliyor. 
 
Ve gelelim çiftimizin yenge hanım ile amca bey tadına dönen ilişkisine. Dizi hala çift olarak ilk 5 bölümdeki çift enerjisinin ekmeğini yiyor bence. 6. bölümden yani Alya'nın vurulduğu bölümden itibaren bütün o çekim kademe kademe sadece Alya'nın duygularına doğru taşındı. 6. bölümde, daha ilk bölümde Alya'yı Mine'nin kollarındayken bile düşünen, bir kere bile yenge dememiş, sürekli Alya'nın nerede olduğunu düşünen ve yesin uyusun üşümesin diye özen gösteren ve bu haliyle bana biraz Yargı ilk sezon Ilgaz'ını hatırlatan Cihan'ı seyirciden alıp, başka bir Cihan yazmaya başladılar. Daha cüretkâr vücut dili daha "bacım yengem"vari olmaya başladı. Çift arasında elbet bir Boran mevzusu olacaktı. Boran tamamen her şeye olur verdiği bir video çekmiş olsa bile olacaktı. Fakat bu Cihan'ı kaybetmeden olabilirdi bu. Yetmezmiş gibi Boran'ın videosunu öğrenmesiyle aşkın ve aşk acısının sadece Alya tarafından sahnelerle aktarılmaya başlandığı bir döneme girdik. Alya bir anda Boran'ı unuttu ve Cihan aşkı başladı. Boran anlatmadığı ve sakladığı birçok şey nedeniyle bunu hak etmiyor demiyorum ama Cihan'ın ilişkisi, unutamadığı aşkı, ona aşık Şeyda (sevdiği varken kan davası için babasının katili olan aileden biriyle zorla evlendirilmiş bir kız için yazılacak en kötü şey) ve daha neler neler varken, Alya tüm hayatını ve asıl amacını unutup sadece baygın gözlerle dolaşan ve tek taraflı aşk acısı çeken, o vurulduğunda sadece uyanıp vuranı söyler mi diye düşünen Alboraların daimî destek hattı gibi oldu. Madem aşk acısı çekilecek iki tarafta da verilmeli eğer bu zorlu aşk karşılıklı ise. Cihan'ın duygularını sürekli birinin söylemesi öyle itici hale geldi ki... Alya da sürekli Cihan'a emanet edilen kişi oldu. Yahu sorun Cihan'ın onu bırakması mıydı ki? Zaten asıl tehlike Alya'nın gitmesi değil miydi? Bu çift arasındaki en keskin konu hala Boran'dan bile çok bu konu. Cihan, Cihan Deniz için Mardin'deki feodal yapıya hapis hayat, silahlar ve yasadışı birçok işin olduğu bir hayat dışında ne verebilir? Cihan okumuşsa bile mesleğini değil ağalığı yaparak illegal işlerin de içinde yer alıyor. Çiftin asıl çatışma konusu bu. Cihan'ın da Alya ile olmak ve gerçekten Cihan Deniz'in babası olmak istiyorsa ne verebilirim ben diye düşünmesi gerekiyor mesela yaptığı yasa dışı işlere bakıp. Ama biz bir döngünün içinde aynı muhabbetleri yapan bir çift izliyoruz. 
 
Cihan'ın duyguları, kendi ileyken veya kimsenin görmediği anda bu duygularla savaşı verilmediği için her duygu havada kalıyor. Mesela boşanma davasındaki o konuşma metin üstünde güzel olsa da Cihan'ın hangi duygularla o konuşmayı yapma aşamasına geldiğini, bu konuşmanın onun üzerindeki etkisini bilmediğimiz için, sadece Alya'nın etkilendiğini bildiğimiz için, sadece bir laf salatası olarak kaldı. Ben o konuşmayı yapan Cihan'ın duygularını da görmek isterdim. Çok belli ettim diye kızdı mı kendine mesela? Seviyorum seni dediği bir alternatifin hayalini kurdu mu? Cihan'ın tek aksiyonu Sadakat'e lafta kalan uyarılar yapmak oldu. Babalık konusunda bile duygusu ne bilmiyor seyirci. Boran abisinin mezarına gidip konuştuğunu görebilirdik.
 
Duygular tam verilmeyince sahneler havada kalıyor. Bu kadar bölüm oldu içimize gerçekten işleyen, oyunculuğu ve diyaloglarıyla, kurgusu, sahnedeki duygular ve metniyle "vay be" dediğimiz ve dizi bittikten sonra da defalarca seyredilecek kaç sahne var elimizde? 
 
Bazı sahnelerde olayın esas unsurlarına yer açılmalı diye düşünüyorum. Mesela Yargı'nın 66. bölümünde Mercan diye feryat eden Ceylin'in o meşhur sahnesi (Sevgili dizim Yargı'yı ve çiftim IlCey'i çok izledim anlayacağınız üzere ama son zamanların en iyi sahne örnekleri cidden Yargı' da. Bunun için örneklerimi oradan seçiyorum. Sevdiğim halde örnek vermediğim başka dizilerim ve çiftlerim de mevcut.) İnsanlar Mercan'ı arayacaktı neredeyse, öyle bir duygu seli olmuştu sosyal medyada. O sahneye bakarsanız sahnede çok insan var ama odak hep Ceylin ve Ilgaz'da ve özellikle çocuğunun yaşadığına inanan Ceylin'de. Ceylin'in duyguları ekrandan bize doğru akıyor. Nereye geleceğimi biliyorsunuz. Cihan Deniz'in kaybolduğu ve boğulma tehlikesi geçirdiği sahneye bakın bir de. Herkes bağrış çağırış orada. Zaten Sadakat, Alya'dan çok bağırıyor. Halbuki aile almaları adına önemli bir sahneydi ve o sahnede anne olarak Alya'nın duyguları ve babalık görevini üstlenen Cihan'ın korkusu odakta olmalıydı. Sadakat'in hiçbir işe yaramayan ve sonrasında Sadakat'te de seyircide de duygusu da kalmayan "kızım" deyip sarılışını değil, Cihan Deniz kurtulduktan sonra Alya ve oğlunun kavuşmasını ve Cihan ile bu anı yaşamalarını görmeliydik. Alya'nın Cihan'ın elini tuttuğu sahne mesela ne işe yaradı? Alya bunu neden yaptı? Cihan ne hissetti? Duygusu yok sahnenin. Çünkü alan tanınmamış çiftimizi oluşturan karakterlere.
 
Aslında yazacak çok şey var da yazı uzadıkça uzuyor. Bunu okuyacakları da düşünerek yazımı burada bitiriyorum. Demem o ki; evet Uzak Şehir çok iyi reytingler almayı başarmış bir dizi. Fakat nitelik olarak, kalite olarak dizi bittiğinde elimizde çok da efsane sahnenin olmadığı bir dizi olabilir sahneler ve işleniş böyle giderse. Kâğıt üstündeki nicel reyting başarısı, kalitede daha iyiyi hedeflemekten alıkoymamalı.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER