“Bu işin yürümemesi için milyon tane sebep var. Milyon
tane hayır. Ama bir de evet var. Birbirimize dokunduk. Dokunduğumuzda bize bir
şey oldu. İmkânsız bir şey. Birbirimizin kimyasını değiştirdik.”
Elemental
Nare ve Şahin doğaları gereği uyumsuzlar, tıpkı Ember (ateş)
ve Wade (su) gibi. Düşman ailelerin, zor geçmişlerin çocukları. Ama bir şekilde
birbirlerine dokunduklarında, adeta kimyalarının değişmesine sebep oluyorlar.
Yaşadığı her acıya rağmen dimdik duran, gerektiğinde kendini feda eden Nare,
içten içe yanan bir ateş gibi onu sarmaya çalışan, öfkesini bile merhametle
taşıyan Şahin ise bir su…
“Sana dokunmanın yanmak olduğunu bile bile sana koştum
ben.”
“Ben ne oldum Nare? Ben de yanmadım mı?”
Nare'nin kendini vurması, Şahin’in tüm çabasına rağmen
annesini Nare’nin hayatını kurtarmaya ikna edememesi ve sonunda Nare’ye en çok
zarar veren kişilerden birinin hayat kurtarıcısı olması. Şahin ve Nare’ye yeni
bir vicdan yükü. Tam da her şey yoluna girdi, tüm imkansızlıklar önemsizleşti
derken…
“Hiç ayrılmadık seninle, değil bir sene bir gün bile.” sözlerinin
çaldığı sahnede Şahin ve Nare’nin hiç birlikte olamaması şarkının gerçek
anlamının dışına ve böylelikle çok daha fazla can acıtmasına sebep olmuş. Onlar
hiç birlikte olamadılar, değil bir sene bir gün bile. Ama tüm uzaklıklarına
rağmen bir o kadar da yakınlardı hep. Birinin kalbindeyseniz ona her daim
yakınsınızdır çünkü.
Tüm yaptıklarını daha fazla güç kazanmak, aşkları uğruna
savaşabilmek, sadece onunla, Nare ile, birlikte olmak için yapmıştı Şahin. En
üzücü olan da bu değil mi zaten? Minicik bir umut ışığı her belirdiğinde bir
şeylerin ters gitmesi.
“Bak Allah da istemiyor oğlum.”
Yaşadığı onca berbat an içinden Şahin’i bitiren cümle
annesinin “Bak Allah da istemiyor…” diyişi oldu. Allah bile
istemiyor. Şahin’in hep inançlı bir karakter olduğunu düşündüm. Dizide
bariz bir şekilde gösterilmese de öyle hissettim. Nare ile olan aşklarını da
bence bir şekilde yaratıcıya, kadere bağlıyordu. Her şeye rağmen birinin onları
birbiri için yazdığına inanıyordu. Ama son yaşananlar bunun tam aksini
gösteriyordu. Annesine her ne kadar inanmak istemese de öyle kötü bir
durumdaydı ki yaratıcının bile onu, onları yalnız bırakabildiğine inandı.
Şahin elinden gelse yaşadıkları tüm acıların şifacısı
olurdu. Nare nefes alsın diye kendi nefesini bile tutardı. Ama artık onun
elinde bile değildi. Sanki her zaman sığındığı güç bu kez onu itiyordu.
Nare’nin onu çağırdığı ancak gitmediği yere gitti bu yüzden. Nare’nin anısına
sığındı. Çünkü Nare’nin gerçeğine sığınmaya gücü yoktu.
Bu gibi anlarda; Şahin karakterinin zorlandığı, Nare’den
bahsettiği, Nare’yi özlediği ya da Nare’ye baktığı ama dokunamadığı anlarda
elinin yüzüğüne gitmesini seviyorum. Ve bu hareket hiç de göze sokularak
yapılmıyor. Bunu yüzüğünün takılı olduğu elinin diğer parmaklarıyla yapıyor ve
hafifçe okşuyor. Sanırım en çok da hoşuma giden bu, belli belirsiz oluşu. Sanki
Şahin gerçek biriymiş ve eli ansızın yüzüğüne gitmiş gibi.
“Ne kadar istersem o kadar uzağına düşüyorum. Artık
istemeye korkar oldum.”
Birbirlerini ne zaman çağırsalar, kırgın da olsalar kızgın
da olsalar giderlerdi, gitmişlerdi. Yalnızca bir defa, ilk defa çağırdığında
yanına gitmemiş Nare’yi uzaktan izlemişti Şahin. Bazen, sevdiklerimiz yaşarken
hala nefes alabiliyor oluşumuzun ne kadar değerli olduğunu unuturuz. Neden
böyledir bilmem. Sanırım sonsuza kadar nefes alacakmışız gibi geliyor. Ama
kimse sonsuza dek nefes almaz. Nare’nin nefesinin kesildiği gün Şahin’in yalnız
bıraktığı yere sığınması da bu yüzden. Sarıldıkları sahnede onu beklettiği her
an için özür dilemiş olsa da en büyük keşkelerinden biri olmuş belli ki.
Nare uyandığında sorduğu ilk şey Şahin’in nasıl olduğuydu
çünkü asıl canını yakan kendini vurması veya artık bir organının eksik olması
değildi. Dayanamayacağı tek acı Şahin’in acı çektiğini görmek ve bunu
durduramamaktı. Şahin’i biliyordu. Onu herkesten iyi tanıyordu. Şahin öldüğünü
sanıp kafasına silah dayadığında o çoktan bayılmıştı ama eminim ki bunu
biliyordu. Kendini öldürmeye kalktığını tahmin ediyordu. Onu asla acı içinde ve
yalnız bırakmazdı. Ölürken bile. Çünkü aynı adam, ufacık bir esintide Nare'nin
üşümesine dayanamayan adamdı.
Şahin'in kardeşleriyle iyi geçinmesi de bu yüzden Nare için
çok şey ifade ediyor. Sırf Şahin onlardan ayrılmasın diye daha öncesinde
kendini feda etmişti, tıpkı Şahin katil olmasın diye kendini vurması gibi.
Şahin kardeşleriyle futbol oynarken ona olan hayranlık dolu bakışlarının
altında yatan hasret aslında biraz da şefkatti. Nare’nin bu hayatta değer
verdiği iki şey var biri Şahin, diğeri ise ailesi. Umarım bir gün ikisini
birleştirebilen bir Nare izleyebiliriz. Mutlu bir Nare.
Birbirlerini o kadar fazla ve o kadar aklın sınırlarının
ötesinde bir yerden seviyorlar ki yaptıkları en ufak bir hareket, kurdukları
kısacık bir cümle, saniyelik bakışmaları bile pek çok şey ifade ediyor. Ekran
süreleri az, sahnelerinin diyalogları bile kısıtlı. Yarım kalmış ve asla
tamamlanmayan bir cümle gibiler. Bazen az, çoktur. Onlar da az ama aslında çok.
“Biz birbirimize ne zaman dokunsak felaketimiz oldu. Biz
birbirimizin lanetiyiz yapmayalım.”
“Lanetim de olsan kabulüm. Ben senden vazgeçemem Nare.
Kalbimde sen varsan ben her şeye razıyım.”
Ateş ve suyun birbirlerine zarar verebilecek iki element
olduğunu herkes bilir. Birbirlerine dokunmaları felakettir. Her
yaklaştıklarında biri yanar, diğeri ise buhar olup kaybolur. Her seferinde can
acıtır, her seferinde iz bırakır. Bunu Şahin ve Nare de biliyordu. Bu aşkın
onlara ve etraflarındakilere zarar verebileceğini, verdiğini… Hatta bir gün
ikisinden birini yok bile edebileceğini. Tüm bunları bile bile hep yaklaştılar
birbirlerine. Yaklaşmaya da devam edeceklerine eminim.
Çünkü tüm hayırların içinde tek bir evet var.
Onların eveti. Tüm hayırları yok edebilecek tek bir dokunuş.
Eda Akça