Leyla da Ayhan’la işleri bayağı
ilerletiyor. Ayhan, Kleopatra’ya hep yürüyor zaten. Hele de “Melahat’ı” tamir
ederken Leyla’yı görmeden, kokusundan tanıması çok naif bir sahneydi. Öte
yandan Leyla da ilk defa Ayhan için bir şey yaptı, ona doğru bir adım attı. Hem de
öyle bir adımdı ki, Ayhan’a resmen çocukluğunun bir anısını hediye etti.
Ciğerci kedisi ve sokak kedisinin arkadaşlığı şimdilik yolunda gözüküyor. Bu
sefer gol be! Acaba sonunda ikisi birden ciğerleri paylaşıp mutlu olurlar mı?
Yoksa her biri kendi alıştığı düzene geri mi döner?
Şu dizide çoğu şeye Leyla’yla
aynı pencereden bakıyoruz ama hiçbir dediğine boza konusunda söyledikleri kadar
katılmamıştım. Kusura bakmayın ama boza üzerinden felsefe yapamayacağım. Zira
ben de bozayı hiç sevmem. Leyla’nın dediği doğru, ayrılık gibi özlemek gibi
buruk bir tadı var ve ben o ekşimsi, o buruk tadını sevemedim bir türlü. Hem
onlar o ekşi bozayı sevdi de ne oldu? Tatları ayrılığa kaçtı işte! Kışın
salepçiyim ben; esas sıcacık, bol tarçınlı, tatlı saleptir kavuşmak gibi olan.
Buz kesmiş yanaklarına sıcağı, donmuş burnuna tatlımsı kokusu çalındığı zaman
benliğine yayılan ılıklığın şükürle alakası var bence. Soğukta sevdiğine
sarılmak gibi mutluluk veren…
Kardeş kardeşi bıçaklar, sonra döner birbirini kucaklar.
Aynı soyadını taşısalar bile en
aile gibi olamayanlar kesinlikle Kozcuoğlular. Emir beş yaşına kadar aile
olmanın güvenini, bir annenin sıcaklığını hissetmiş olsa da, annesinin
intiharından(!) sonra çocukluğu sakatlandı, hep bir tarafı eksik kaldı. O eksikliğini
göstermemek, içindeki merhamet duygusunu dışarı yansıtmamak için de güçlü adam
zırhına büründü. Annesi ve sevgisiz geçirdiği örselenmiş çocukluğu onun en
yumuşak karnı. Çünkü babası da bunu telafi etmek için hiçbir şey yapmamış. Asu
ise bu konuda en şanssız olan kişi. Anne onun için sadece bir kavram, bir
varlık bile değil. Annesinin deniz kokan saçlarını bile ilk defa kokluyor. Annesizlik,
isteseler de istemeseler de Asu ve Emir’i adım adım kardeş yapıyor. Çünkü anne
konusunda ortak acılara sahipler, üstelik baba konusunda da ortak nefretleri
var. Bu, onları damarlarında akan kandan daha çok bağlıyor.
Yalnız tam Asu’nun durumuna
üzüleceğim, gelinlik provasında yalnız kaldığını hatırlıyorum ve bana bir gülme
geliyor. Gelinlik provasına gitmeyen Kemal, geçen hafta Asu’nun “Seni
seviyorum.” itirafına cevap vermeyen Kemal kadar keyifliydi. Asu’nun her seferinde
böyle bozum olmasından sinsice bir zevk aldığımı inkar edemeyeceğim. Üç hafta
sonra nikahları da varmış ama çeyrek altınları hazırlamaya gerek yok bence. Nasılsa
o nikah da elinde patlayacak, bir kere daha bozguna uğrayacak.
Kemal, bir yandan Ozan’ın intihar etmediğini
ispatlarken öte yandan Emir’le şahsi savaşını da ihmal etmedi; Müjgan Hanım’ı,
basının önünde, kargo teslim eder gibi teslim etti ona. Bel altı bir hamleydi
kesinlikle ama çok şaşırdığımı ve zevk aldığımı da inkar edemeyeceğim. Kaldı ki
Emir de Kemal’in babasının “ekmek teknesini” yaktırarak aynı şekilde bel
altından vurmuştu. Acaba bundan sonraki hamle kimden, nasıl gelecek? Aileler
yavaş yavaş toparlanıyor, artakalanlar birleşiyor. Bakalım benim gönlümdeki en
birinci ailenin mutlu aile tablosu ne zaman tamamlanacak?