Bu dizide üç aile var, üçü de
bazı parçalarını kaybetmiş; Soydere, Sezin ve Kozcuoğlu aileleri. Benimse en
çok önemsediğim, bunların dışında başka bir aile. Henüz resmi olarak aynı
soyadını taşımıyor olsalar da birbirlerine gönülden bağlı oldukları için benim
gözümde onlar da bir aile sayılıyor; Kemal, Nihan ve Deniz.
Hep birbirlerinin etrafında dönüp
duruyorlar, hep dokunup geçiyorlar ama bir türlü gerçekten tamamlanamıyorlar.
Hayat onları hep ıskalıyor sanki, teğet geçiyor. Mesela Kemal’in hep gerçeğin
kıyısında dolanması içimi acıtıyor. Tam elini uzatıyor, o gerçeği kavrayacak
gibi oluyor ama puf diye buharlaşıyor birden. Kemal’in Deniz’in adı her
geçtiğinde, onu her gördüğünde içinin burulması çok acı değil mi? Üstelik onu
bu işlerin dışında tutmayı düşünecek kadar da merhametli. Kan çekiyor dedikleri
bu olsa gerek. Sen gerçekten de çok iyi bir baba olacaksın Kemal! Turuncu kaplı
Deniz ansiklopedisinin Kemal’in eline geçmeyeceğini tahmin ediyordum zaten,
bunun için çok erken olduğunu da kabul ediyorum ama hep bu kadar burnunun ucuna
kadar gelen şeyi ıskalaması da üzüyor beni. Üstelik bu kez annesinin de katkısı
var bu işte.
Sonucu değiştirmese de, o
defterin Emir’in eline geçmesindense Fehime’nin eline geçmesine çok sevindim.
Fehime Hanım’ı ilk defa bir hikayenin bu kadar merkezinde gördük ki çok kilit
bir noktada devreye girdi. Öyle bir şey yaptı, öyle bir karar verdi ki benim de
devrelerimi yaktı. Öncelikle Deniz’in kendi torunu olduğunu öğrendiği anda
verdiği tepki, yaşadığı üzüntü çok yerindeydi. Nihan’ı hiçbir zaman
benimseyememiş olsa da, Deniz’i de o kadının çocuğu diye dışlamaması aslında
olması gerekendi. Üstelik Nihan’a karşı bile yumuşadı. Peki ya sonrası? İşte o
noktada çok karışığım ben.
Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar.
Ben bir anne değilim, dolayısıyla
bir annenin evladı için yapabileceklerinin sınırını kestirmem mümkün değil. O
yüzden Fehime’yi de, Deniz’i söylememe kararı üzerine yargılayamıyorum, ben
olsam kesin söylerdim diye ahkam kesemiyorum. Ben Nihan’a karşı hep nefret saçan
Fehime’nin, bu seferki şefkatine ve üzüntüsüne inandım. Çünkü ilk defa onun
kalbini okudu o defter sayesinde, ilk defa yüreğine dokundu. Aynı şekilde
Kemal’in içine düşürüldüğü çıkmazı da o an anladı bence.
Zor bir denklem; bir tarafta
evladının canı söz konusu diğer tarafta onun canından bir parça. Çocuğun için,
ona rağmen ve hatta ona karşı savaşmak böyle bir şey galiba. Bilmek mi daha çok
mutlu eder onu, yoksa bilmemek mi? Daha doğrusu hangisi Kemal’in ömrünü uzatır?
Tüm bu sorgulamaların sonucunda Fehime, “Varlığını bilmediği bir şeyin
yokluğuna da üzülmez.” düşüncesiyle, o “varlığı” yok saymaya karar verdi. Kemal’in,
Deniz’den habersiz geçirdiği günler arttıkça, kaybının da daha büyük olacağını
da yok sayarak tabi. Doğru veya yanlış, çocuğunun canı için bir tercih yaptı.
Kemal her şeyi öğrendiğinde çok kızacak olsa da, çocuğu için endişelenmenin ne olduğunu anladığı
zaman Fehime’nin bu kararını da anlayabileceğine inanıyorum.
Öte yandan hayatının başkalarının elinde,
başkalarının tercihleriyle şekillenmesine de hayıflanmıyor değilim. Fehime
Hanım ilk sorduğunda Nihan Emir’den boşanmayı düşündüğünü söyleseydi, belki Fehime
de Kemal’e gerçekleri anlatırdı. Veya Emir o dükkanı bir gece sonra yaktırsaydı
o gece Kemal her şeyi öğrenmiş olabilirdi. İşte bu kadar pamuk ipliğine veya
anlık olaylara bağlıyız. Bakalım Fehime’nin kalbine dolmaya başlayan Deniz, ne
zaman coşacak? Defterden çaldığı bir minik fotoğraf günün birinde taşırır
mı kalbini?
Yazı devam ediyor...