Yabani bir bitkidir ayrık otu.
Özenle düzenlenmiş bahçelerde yeri yoktur; mis kokulu güllerin, bembeyaz
papatyaların arasında büyümesi istenmez. Genellikle de sökülüp atılır bu yüzden,
zaten kökü de çok derinlerde değildir. Adı üstünde işte diğerlerinden ayrılmış,
onlara benzemeyen… Bir de insanın kendini ayrık otu gibi hissetmesi var ki o da
fena. Kemal kendini pek çok kere ayrık otu gibi hissetmişti muhtemelen. İlk
gençliğinde Nihan’la evlenmek isterken, Zonguldak’ta tek başına yaşarken, koskoca
Emir Kozcuoğlu’na kafa tutarken, Tarık’ı ve Ozan’ı cinayet işlediği
gerekçesiyle ihbar ederken genellikle yapayalnızdı. Etrafındaki çoğu kimseden
ayrı yöne gidiyordu. Ama hiçbir zaman bu kadar ayrı düşmemişti
etrafındakilerden. O nedenle, koğuş ağası beyefendinin (Hoş geldin Kerem
Alışık!^^) Kemal’i “ayrık otu” diye tanımlaması çok yerindeydi.
Kemal zaten fiziken alışık
olmadığı bir ortama düştü başta. Özgürlüğüne düşkün olsun ya da olmasın
tanımadığı insanlarla birlikte dört duvar arasına girmek hiç kimse için kolay
olmasa gerek. Ki sezon finalinde benzer bir durumu Ozan yaşamıştı. Ama ya kişi
kendi silahıyla, en inançla tutunduğu erdem olan dürüstlükle vurulmuşsa?
Elindeki en güçlü silahı dönüp gelip Kemal’i yaraladı resmen. Ve ben Nihan’a
zerre kızamadım yahu.
Canından can gitmek dedikleri bu olsa gerek.
Hayatta en çok korktuğum şey,
sevdiklerimi kaybetmektir. Mesela biri bir yolculuğa çıktığında, varana kadar
bir kulağım telefonda olur. Bundan korkmayan bir kimse olduğunu da sanmıyorum
ama ben normalden bir tık daha pimpirikliyimdir. O yüzden okuduğum bir kitapta,
izlediğim bir filmde veya dizide bir babanın yahut annenin ölüm sahnelerinden
de ekstra etkilenirim. Nihan’ın da, kardeşi Ozan’la vedalaştığı ama aslında
vedalaşamadığı anlarda yüreğimin ucundan bir şeyler kopup gitti resmen. Ozan’ın
Nihan için ne kadar mühim olduğu herkesin malumu zaten. Onlar ana rahmine
düştükleri andan beri yol arkadaşlarıydı. Kardeşten de öteydiler aslında; Ozan
Nihan’ın canı, Nihan Ozan’ın ruhu idi… O yüzden Ozan Nihan’ı bu yolda yalnız
bırakırken, giden can yalnızca onun canı değildi. Üstüne Önder Bey’in de hiç
beklenmedik şekilde vefat etmesiyle (Ki ben felç kalır diyordum.) Nihan’ın acısı
daha da katlandı. Böylesine büyük iki kaybın
yaktığı ateşin dumanından göz gözü görür mü?
Kemal’le kaçtığı dönemde
Emir’in tehdidine boyun eğerek geri dönen Nihan’la aramızdaki bağ epeyce
zayıflamıştı. Ama zamanla kendisine yeniden ısındıysam ve şu anda, başlarda olduğu gibi ona sarılmak istiyorsam bu da kesinlikle Neslihan
Atagül’ün başarısıdır. Haftalardır artan bir ivmeyle ilerlerken sezon finalinde
zaten zirvede bırakmıştı. Şimdi de kaldığı yerden, hatta daha da üstüne koyarak
devam etti. Ozan’la -son- sahnesi zaten yürek paralayıcıyken, üstüne
mahkemedeki hali, sonrasında Kemal’e dair gördüğü hayallerdeki hüznü ve tabii ki
Emir’le yüzleşmesindeki delici öfkesi, kısacası her hali beni çok etkiledi.
Vildan ve Zeynep’in acısı ve ağlamaları da çok sahiciydi ama Nihan onun sayesinde bir başkaydı
benim gözümde.
"Sırf yaşasın diye hayatınızı feda ettiğiniz birini kaybetseydiniz ne
yapardınız? Öfkenize teslim olur muydunuz? İçinizi saran intikama?” diye
sordu bize Nihan. Bu sorulara kısacık
bir sürede doğru cevapları verip hayat sınavını geçmek kolay değil. Kaçımız
daha acımız bu kadar tazeyken sağduyulu davranabiliriz ki? Öfkeye teslim olmayacak
kadar güçlü durabilir miyiz? Yaşam damarlarının çoğu kopmuşken hiç değilse
intikam ateşi diri tutmaz mı benliğini? Nihan’ın yaptığı doğruydu demiyorum ama
başka türlü davranması da mümkün değildi.
Hocam tokmak mı kaldı Allah aşkına? Sene 1974 mü?
Öte yandan kendini Kemal’e ve
sevdasına tamamen kapatmış da değil. Başkası olsa aralarına giren ölümün ardından
Kemal’e bebeğini söylemeyi düşünmezdi, en azından bir süre. Zaten sezon
finalinden sonra benim tahminim de bu yöndeydi. Ama ne mutlu ki Nihan beni
yanılttı. Onun öfkesi yalnızca Kemal’e yönelikti, ölü canlarına borcunu ödedi fakat
bebeğine “babasızlık” gibi bir fenalığı yapmak istemedi. Yine de sonradan
vazgeçmesini yakıştıramadım kendisine.
Belli ki Kemal’in de kendisi gibi gönül kapılarını
kapatamayacağını umuyordu. Hayali çok güzeldi (Tabii hamamdalarmış gibi
fazlasıyla buğulu ve göz yorucu bir ortam / ışık olmasaydı iyiydi.), hayal olduğunu
anlayınca ben de büyük hayal kırıklığına uğradım. Gönlü bunu istiyor aslında;
her ne kadar Kemal’i çocuğunun acısıyla vurmayı planladığını söylese de, her
şeye rağmen onun kendisine engel olmasını, “kızını” sahiplenmesini ve
yaralarını sarıp geçmişi temizlemesini umut ediyor içten içe. Ama biraz fazla
bir umut bu şimdilik. Nasıl ki Nihan’ın öfkeyle bir anda Kemal aleyhine
tanıklık yapması mümkünse, Kemal’in de bu “ihanet” karşısında Nihan’ı görmek
istememesi çok mümkündü. Ve her şeyden bağımsız olarak Kemal’in bebeğini
bilmeye hakkı var! Bu mevzunun uzamamasını çok istiyorum. Çünkü o bebeğin ana
rahmine düştüğü andan itibaren, ondan habersiz geçen her gün, Kemal açısından çok büyük bir
kayıptır. Yıllar önce hayalini kurduğu kızına nihayet kavuştuğunu öğrenince,
yüreğinin nasıl da yerinden oynayacağını hayal ettikçe aşırı hevesleniyorum.
İçinde bulunduğu koşullara rağmen rüyasında Nihan’ın, o bebeğin kendi kızı
olduğunu itiraf ettiğini görmesi de bu hevesimi pekiştirdi.