Nerede kalmıştık?
Evet Kemal artık bir başkalaşım geçirdi, ama bu yine de o bebeğin babası olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zaten daha önce hiç bulunmadığı o hapishane ortamına alışmaya fırsatı olmadan oradan tamamen sökülüp tek başınalığa mahkum edildi. Küçücük bir pencereden takip ettiği gün ışığıyla günleri saymak, bir yandan bunu neden yaşadığını sorgularken bir yandan da geçmişin güzel hatıralarıyla boğuşmak hiç kolay bir şey değil. Sonrasında aynı insan olması da beklenemez zaten. Aslında Kemal’in bu durumu bana “mankurt efsanesini” hatırlattı. Cengiz Aytmatov’un “Gün olur asra bedel” kitabında bahsettiği efsaneye göre; mankurt yapılmak istenen kişiye burada izah edemeyeceğim şekilde vahşi işkenceler yapılır. Bu işkencelerin sonunda kişi hayatta kalırsa bilinçsizce, kimseyi tanımadan her türlü isteği yerine getiren bir köleye dönüşür. Öyle ki kendi annesi Nayman Ana’yı bile tanımaz ve onu öldürür. Kemal’e yapılan manevi işkenceler de onda benzer bir etki yarattı işte. Daha gözü kara bir adam olacak, belki eline o hiç yakıştıramadığım silahı alacak. Artık en sevdiğini dahi gözü görmeyecektir, ta ki minik bir "kara sevdası” daha olduğunu öğrenene kadar. 

Tüm bu yaşananlardan sonra o aşk artık ayrık otu gibi kaldı içlerinde. Nihan’ın içindeki tüm o nefret, öfke ve intikam hisleri ile Kemal’in hayal kırıklıkları ve sarsılan inançlarının yanında ne kadar da masum ve naif kalıyor… Ama artık hayatlarında bir sarmaşık fidesi de var. İkisine de sıkı sıkı sarılacak ve ayrılmalarını engelleyecek. Deryalar kadar çok sevecekleri, bir Deniz… Ah be Leyla, keşke Kemal’in de içinde filizlenen umudu bilmeden de olsa budamasaydın! Bilirsin seni severim, o kadar diretip Kemal’le görüşebilmene de çok sevindim ama resmen adamın kalbine saplı bıçağı döndürüp yeniden kanattın. Neyse koğuş ağası Ayhan Bey’le yüz güldüren keyifli atışmalarının hatırına şimdilik affediyorum seni.


"Dermanı yardadır sende bulunmaz, boşuna benimle uğraşma doktor!"

Şükür ki yediği kurşuna rağmen Emir’in de espri yeteneğine zeval gelmemiş, onca acının içinde sayesinde eğlendik yine. Zaten onun iyileşeceği beklenen bir şeydi. Sürpriz olan ise yarı zamanlı felç geçirmesiydi. Emir gibi, gücü ve insanlara hükmetmeyi seven, para ve tehdit yoluyla her işin halledilebileceğini zanneden biri için, bacaklarına söz geçirememesi ve buna paranın da çare olamaması büyük bir şok. Tabii Nihan’ı bir yıla yakın bir süredir bulamaması da benim için büyük bir şok oldu. Esasında ben böyle bir zaman atlaması beklemiyordum, Nihan’ın Deniz’i öptüğü sahnelerin de hayal çıkacağını sanmıştım başta. Ama bayağı bayağı çocuk doğmuş, hatta ek gıdaya başlayacak döneme bile gelmiş neredeyse. İşte bendeki en büyük afallama da bu noktada oldu. Pat diye, hem de bu kadar uzun bir zaman atlaması beklemiyordum açıkçası. Geçen zamanı Kemal’le olduğu kadar Nihan’la da saysaydık, leblebi yutmuş karınca gibi gözükecek olsa da hamile halini az biraz görseydik, belki biricik dayanağı kızıyla, karnındayken konuşmalarını duysaydık biraz daha yerine oturabilirdi her şey. Böyle sanki arada sahne atlamışım gibi hissettim.

Bunun dışında aklıma takılan başka boşluklar da var. Mesela geçen sezonun büyük oyun kurucusu Hakkı Bey’e ne oldu? Galip Kozcuoğlu ikinci çocuğunu hiç araştırmadı mı? Yoksa saçlarını boyatmaktan fırsat mı bulamadı? Hakkı Bey, Asu’nun bir Kozcuoğlu olmadığını söyleyerek intihar etmişti. Doğru muydu yoksa Galip’in aklına şüphe tohumları mı ekmek istemişti? İş bir DNA testine bakıyor aslında, bunca zaman yapılabilirdi. Asu da babasıyla karşılaşmaktan hiç korkmadan Emir’i hastanede nasıl ziyaret edebildi? En son birlikte kahve içtiklerinde eli ayağı titriyordu. İşte bunlar hep soru işareti…

Geçtiğimiz sezonun son yorumunda Sertap Erener gibi, “Aşk ölmez biz ölürüz.” demiştim. Evet biz çokça öldük, hatta hiç ummadığım kayıplar da verdik. Zeynep’in bebeğini düşürmesini ve Önder’in ölmesini beklemiyordum mesela. Aşk ise ağır yaralı durumda, epey kan kaybetti. Neyse ki onu hastaneye yetiştirdik ve artık Türk senaristlerine emanet ettik. Evrilse de çevrilse de, ayrık otu gibi sökülüp atılmak istense de eninde sonunda tedavisi yapılacaktır.
 
*Ayrık otu dendikçe aklıma hep "Deli Deli Olma" filmindeki bu sahne gelir. Ayrık otu olmayı “seçen” rahmetli Tarık Akan anısına…

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER