Defne; "Hala bana güvenmiyorsun, net değilsin çünkü, bana inanmıyorsun.." dedikçe, gözleri; "Ne olur güvendiğini söyle, söz vermiştin, elimi hiç bırakmayacaktın.." diye avaz avaz bağırıyordu aslında. Ömer, Defne'nin gözlerine hiç bakamadı, baksa ayrılamazdı. Defne aslında, gururundan çoktan vazgeçti, aşkı seçti. O yüzüğü, elinden başka bir şey gelmediği için çıkardı. Burada kilit nokta, Ömer. Anlaması, sentezlemesi, yaşaması gereken daha çok fazla şey varmış. Şaşırdım, biraz olsun yumuşamasını beklerdim, en kötü küresel ısınma var yani... Her güvendiği dağlara karlar yağdığında, nasıl buzdan şatosunu inşaa edebiliyor, aklım almıyor.
Ömer; yalnız başına ayakta kalmış, Defne; kalabalıklar içinde. Gel gelelim, o iş de öyle değil aslında. Ömer, "tek başına" olduğunu düşünürken, onu sürekli koruyup kollayan bir ailesi olmuş aslında arkasında. Defne ise, tüm kalabalığın içinde, tek başına ayakta kalmaya çalışmış. Hangisi daha yalnız şimdi? Ömer'in aşkından ya da sevgisinden gram şüphe etmedim bugüne kadar, yine etmiyorum. Ama Ömer, "gidemiyoruz" kisvesi altında, gardını indirip, kendini korumaya almaya çalışıyor. Çok seviyor ama korkuyor. Ömer'i elbette ki anlıyorum, onun avukatıyım ben ama savunulacak yerleri kalmadı fazla, adil olmak zorundayım. Çünkü, yanı başındaki çaresiz Defne'yi görüyorum. Defne; sırrın dikenleri yüreğine bata bata, tüm korkularını yok sayıp, Ömer'e koştu defalarca kez. Özgür olmamasına rağmen, kendine ve Ömer'e bir odacık da olsa açtı kalbinde, herkesten uzakta. Başına ne geldiyse de, iyi niyetinden geldi üstelik, hani şu bizim oğlanın sorguladığı iyi niyeti...

Sana burdan bi' çarparım, görürsün bilerek can yakmayı.
"Abisi" için çıktığı bu yolda, Ömer üzülmesin diye yaşamadığı acı kalmadı. En mutlu anlarında bile, içten içe acı çekti. En büyük acıyı da, sevdiği adamı kandırdığı için çekti. Sevdiği adam üzülmesin diye, ona hiçbir şey belli etmek istemeyen Defne, defalarca kez yargılandı, Ömer'in gördüğü kadarı yüzünden. "Beni sevip sevmediğine karar ver.. Sen buna sevmek mi diyorsun? Haklısın, güvenmiyorum" gibi cümleleri de, bir yerlere koyabilirim ama, olay "NİYET" kısmına gelecekse, bu Ömer'in nankörlüğüdür. Hiçbir zorundalığı yokken, Passionis için manken olan, Ömer tasarım yapabilsin diye gece gündüz iyilik meleği gibi Ömer'in başını bekleyen, yemek yapmaktan, kahve yapmaktan bitap düşen, kendi şirket bilgilerini, Passionis ayakta kalsın diye, Ömer'e veren Defne'lerden bahsediyoruz. Madem suçu başkalarına attığını, mağduru oynadığını düşünen bir Ömer var karşı tarafta, "Can yakmak böyle olur aşkım" diye, Kiralık Aşk sırrını anlatsın, sonra annesinin yüzüğünü de çıkarsın koysun masaya Defne, öylece çıksın gitsin o kapıdan. Bu cümleyi yazarken benim içim cız etti ama Ömer o sözleri sarfederken içi ne kadar cız etti? Ne kadar sızladıysa yüreği, o kadar çok çabalasın o zaman. Tuzlu kahve içmesi gereken Ömer Bey'ler, en büyük yaramıza tuz bastılar, canımız yanıyor.
Bugüne kadar, Defne'nin cenderede yaşadıklarının acısını, Ömer'den çıkartmaya hakkı olmadığını düşündüm, bunu savundum hep. Aynı şey de şuan Ömer'in; Defne'nin bilerek bam teline basmayacağını görmek zorunda olması için de geçerli. Defne'nin yaşadığı her şeyden sorumlu olan insanların, bu olaydan kendi üstlerine ne alacaklarını, Defne ve Ömer'in akıbetinden daha çok merak ediyorum. Ömer'e, "Defol" diyen Defne'ler gibi, saçmaladı farzediyorum Ömer'i, kendini affettirir, biliyorum, inanıyorum ama diğerleri? Bu da Defne'ye ders olsun ama daha fazla ezdirmesin aşkını, kendisini, tüm o pişkinlerin ayaklarının altında. Dik dursun, geçsin Ömer'in karşısına anlatsın artık her şeyi. Kaybedecekse de böyle kaybetsin, gerçekten olması gereken şey bu artık. Bu isteğim; sadece Ömer kandırılmayı haketmiyor diye değil artık, Defne de daha fazla incinmesin diye. Çünkü; incinecekse de Kiralık Aşk oyunundan incinsin artık, sudan ya da Neriman'dan sebeplerle değil.

Yarın bir gün oyun ortaya çıkacak, şu bakışı bir dede uğruna harcama be adam.
Başka bir dizide oynuyormuşcasına mutlu olan Serdar ve Nihan, her ne kadar dizinin tek mutlu çifti olsa da, bölüm boyunca komedi yalnızca Nihan'a, yer yer de Koray'a ait olsa da, bölüm sonu gösterdi ki, romantik komedi çizgisinden epey uzaktaydık. Ben bölümü sevdim, mazoşistsem demek ki biraz, sevdim çünkü; Ömer'in de gururunun kırılma noktasına gelmiş olmak zorundayız artık. Defne'nin kendisine, böyle bir şey yaşatmasını hazmedemediği için, gurur yaptı Ömer. Kendince ne kadar haklı olsa da, aynı anda birbirini seven iki kişi haklı işte. Defne de haklı. Üstelik, o kadar çok haklı ki; üç katlı evi aşağı indirse de, herkese esip gürlese de, bağırsa da, ağlasa da, hiç kimseyi affetmese de, ağzımızı açıp tek kelime söyleyemeyiz.
Ömer madem "emin" değilmiş, o zaman Defne'nin neden böyle davrandığının peşine düşseymiş. Ancak o zaman, "Haklı olan yalnızca Ömer, dağılalım" yazmak zorunda kalırdım. Defne sustukça, Ömer sorgulamadıkça, o kadar haksızlaşıyorlar ki gözümde, "Gerçekten mi Şükrü, ben artık anlamıyorum, kafam almıyo almıyo almıyo!!" diye çığlık atmak istiyorum.
Defne; her ne kadar, Ömer'in baktığı yerden masum gözükmese de, bu bölümün en masumuydu ve Ömer bir gün bunu öğrenip, idrak ettiğinde, çok pişman olacaktır. Defne; Ömer'le kıyaslandığında, dünyanın en haksız insanıydı 10 Haziran'a kadar, en azından benim için. Ömer, son hareketiyle; durumu öyle bir eşitledi ki, onun adına ben utandım. Bunlar da, Ömer'in iyi niyetinden başına geliyor demek ki, acaba ben de onun iyi niyetine mi inanmasam? Tebrikler Ömer İplikçi; haklıyken haksız durumuna düşme konusunda, yine rekor kırdın. Çıtayı öyle bir yükseltmiştin ki, paraşütle inişe geçtin aniden. Kendini, Allahu Ekber Dağları'ndan çıtanla beraber aşağı bıraktın.
Beni, beni beni, Defne'ni...
Sinan da aynı "aptallığı" yapmışken, onunla yalnızca dalga geçip, Ömer'e kızıp kırılıyorsak; bu da Ömer İplikçi'nin aşkına, adamlığına, karakterine olan inancımızdandır. Yalnız bu işte bir terslik var, yazacakları tarihin "destansı" olmasını hayal ettik hep, umarım yanılmamışızdır.
Velhasıl kelam; Defne de haklı, Ömer de haklı. Defne de haksız, Ömer de haksız. Lakin, o çıta tekrar çıkacak, başka oluru yok.