Poyraz Karayel camiası olarak 61.bölümü
geride bırakırken, diziyle ilgili dileğim kendisinin bir an önce tatile girmesi
(üçüncü sezon olacağını düşünerek) , güneylere inmesi yenilenip dinlenmesidir
(bu satırların yazarı aynı dileği kendisi için de içinden geçirirken eş zamanlı
olarak elbette Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim dinlemektedir).
Bu vesileyle bölümde sadece çok hoşuma
giden üç anı yazıp, içimden geçen ve 'çok güzel'in altında anlam içeren tek satırı Poyraz Karayel için kurmak istemem.
1) Çocukların
ayrı masada yemesi
Meltem’in evinde cümbür cemaat
yemek yenirken, büyüklerin olduğu masanın az ötesinde bu kalabalıktan uzak İsa
ve Sinan’ın ayrı küçük bir masada yemek yediği sahneye bayıldım. Dünyanın en
güzel ikinci şeyi etrafında toplanılmış kocaman bir masa ve oradan yükselen
kalabalık seslerse, birincisi de yan tarafta yapılan çocuk masasıdır. Çocuklar için
‘büyük masasına geçmek’ bir büyüme işaretiyken, büyükler için o çocukları orada
görmek aile olmanın bir işaretidir ve Poyraz Karayel’de her zaman anlatıldığı
gibi, kan bağıyla alakası yoktur.
2) Ayşegül-Neşet
diyaloğu
Neşet: Sana onu unutturacağım.
Ayşegül: Onu unutmak istemiyorum,
anlasana.
Neşet: O zaman onu öldürmemiz
gerekecek.
Normal şartlara sahip bir
coğrafya olsaydık bu diyaloğun aşkın gerçek tarifi olması ile ilgili sayfalarca
yazabilirdim, o kadar sevdim. Ama şiddet, hele de kadına şiddet, ‘Ya benimsin
ya toprağın’ hikayeleri o kadar hepimizin sürekli utanması ve aklından hiç
çıkarmaması gereken bir konu ki bunu yapamıyorum. Yaşadığımız yer şanslı
olanlarımızı eksiltiyor, olmayanlarımızı bizzat öldürüyor çünkü.
3) Begüm’ün
Songül’ü bıçakladığını duyan Zülfikar
Sadrettin’in ‘Ben size telaştan
söylemeyi unuttum, Begüm Songül’ü bıçakladı’ cümlesine Zülfikar’ın verdiği ‘Oha’
tepkisi, son bölümlerde Poyraz Karayelci’nin bölümün yarısında verdiği tepkinin
ta kendisidir aslında. Zaten o yüzden her zamanki gibi Zülfikar candır,
canandır.