Kırk düğüm atmışlar sevda üstüne*
Çocuklar gibi şendik
İnişli çıkışlı, içinde hem mutlu hem ayrılmalı sahnelerin olduğu bölümlerde arada yakınıyordum “Ya baştan sona, dertsiz tasasız, gönlümüze ağırlık çökmeden bir bölüm mutlu olamadılar.” diye. Biraz dinlenelim sonra yola gene devam ederiz diye düşünüyordum. Bizim öyle ölüm, hastalık, kaçırılma vs gibi büyük büyük dertlerimiz olmadı hiçbir zaman. Tek derdimiz aşktı, ki zaten izlediğimiz de bir romantik komedi olduğu için odağımıza aşkı almamız, dertlerimizi de ondan imal etmemiz gayet olağandı. Yalnız makinelerimiz bir ara epey aşınmış, fazlasıyla ısınmıştı. Geçtiğimiz haftalarda izlediğimiz birkaç bölüm de o makinelerin soğutulmaya bırakıldığı, bu sırada çalkantılardan bunalmış gönlümüzün de dinlenip aşkın güzel tarafıyla huzur bulduğu bölümlerdi. Tam da kendimi yeniden yola çıkmaya hazır ve güçlü hissettiğim anda araç birden vites büyüttü, çok da iyi etti.

Aşk sis gibi bir şey. Dışarıdan bakınca çok buğulu, çok büyülü gibi ancak içine girince göz gözü görmüyor; neyle karşılaşacağını bilemiyor insan. İçimde böyle bir sis vardı bölüm boyunca; asla rahatsız etmeyen, pembe ve dingin. Bölüm bittiğinde ise o sis yoğunlaşıp bir yumak gibi oturdu gönlüme. Eskiden olsa bundan şikayet ederdim belki ama bir süredir zaten mutluluk sarhoşluğu içinde yüzdüğümüz için birdenbire başka sulara atılmış olmaktan şikayetçi değilim. Soru işaretleriyle, bizi edilgen bir şekilde izlemekten çıkartıp akıl yürütmeye sevk eden ve farklı ihtimallerin oluşturduğu bir sürü patika açan bu bölüm sonunu çok sevdim.


Biz üç kişiydik; Ömerhan, Defnecan ve Maviş!

Bu dizide en çok tarafsız durmayı seviyorum, daha doğrusu iki tarafı da tutmayı. Nasıl oluyor bilmiyorum ama ilişkilerinde yaşadıkları her kırılma anında hem Defne’nin hem Ömer’in bakış açısını anlayıp onlara hak verebiliyorum. Bölümün tamamına yayıldığı için biraz abartılı duran ev probleminin sonunun böyle bol düğümle bağlanması da beni yine iki tarafa da hak verdiğim bu keyifli ikilemde bıraktı.

İlişkilerde, genelin algısının aksine “kollama/sahip çıkma” durumlarından çok hazzetmem yahut bunu başka yönde algılıyorum diyelim. İnsanların sevdiklerine onlara ait özel bir alan bırakmalarının “güzel sevmenin” bir gerekliliği olduğunu düşünüyorum. Ömer de, başından beri bunu yaptı aslında. Desteğini eksik etmeden Defne’nin tek başına güçlenmesini izledi, zorlandığı zamanlarda başaracağına dair Defne’yi hep yüreklendirdi. Kelebek gibi narin, bir o kadar da güçlü sevgilisinin gelişimini izleyip bu süreçten hep gurur duydu ki Ömer’i benim gözümde bu kadar incelikli bir adam haline getiren de, kimilerince “ilgisiz” olarak adlandırılan, bana göre ise özündeki bu “saygılı” tavrıdır.

Bir hikaye vardır; bir adam yolda yürürken bir ipekböceğinin kozasından çıkmak için uğraştığını görür. Ona iyi niyetle yardım etmek ister ve elleriyle kozasından kurtarır ipekböceğini. Ancak ipekböceğinin kendini o kozadan kurtarma çabaları onun kanatlarını geliştirip bir kelebek olduğunda uçmasını sağladığı için, bu çabayı harcamadan, yorulmadan ve güçlenmeden dış dünya ile karşılaşan zavallı ipekböceği kelebek haline gelemeden ölür. Defne de kozasından çıkmak için çırpınıp duran ipekböceği gibiydi aylardır. Ömer ise o hikayedeki hadsiz adam gibi değildi asla.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER