Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına
Bahtının rüzgârına kapılıp gidenlerin hikâyesi, Sevda Kuşun Kanadında..

Kalbiyle aklının, inancıyla aşkının, öfkesi ile aklıselimin arasında gidip gelenlerin öyküsü.

Geçtiğimiz hafta devrimcilerin kahvesinin tarandığı sahnede biten diziyi bu hafta ikinci bölümüyle evlerimize konuk ettik.

O dönem ne yazık ki pek revaçta olan kahve, ev ya da iş yeri taranması mevzuu hikâyede sıkça işlenecek belli ki. İlk bölümde devrimci kahvehanesi taranmıştı, bu hafta Ülkü Derneği ve Ömer Reis’in dükkânı.. Kimliği belirsiz maskeli kişilerce gerçekleştirilen bu eylemlerin faili merak konusu.. Herkes birbirini bir köşeye çekip “sen mi yaptın?” diye soruyor fısıltıyla. Ama hayır, o yapmamış. Diğeri de yapmamış! O sahneleri seyrederken “sen yapmazsan, ben yapmazsam, o yapmazsa..” diye bağırıyor bir ses beynimde.

İç sesi susturup seyretmeye devam ediyorum.

Baştan söyleyeyim, valla ben hâlâ kalbimi titretecek, aklımı başımdan alacak bir sahne bekliyorum. Henüz göremedim ne yalan söyleyeyim. İstiyorum ki ertesi gün sosyal medyada herkes onu konuşsun. Millet birbirine link atsın, tırım tırım sahne arasın. Ama yok. Bakınız üçtür burada aklımın dibini döküyorum. Ranini’nin kulakları çınlasın, meşhur bir lafı var: Okumuyorsunuz!

Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına..

Her duygunun son derece yoğun yaşandığı bir dönemin hikâyesini kurguluyorsanız insanın içini cızır cızır yakacak sahneler yazmak, çekmek de boynunuzun borcudur. İmkan varsa bence bu gidişe acilen müdahale edilmeli ve mümkün olan en yakın bölüme efsane bir sahne eklenmeli. Ne olur kızmayın bana. Ama bunu söylemezsem taş olurum. Elinizde Ufuk Bayraktar gibi bir cevher var ve ona yazılan repliklere bir bakar mısınız Allah aşkına?

Bakınız fikirlerden bahsetmiyorum. Görüşlerden, siyasetten dem vurmuyorum. Ömer Reis’i esas oğlan yapın da hikâyeyi rayından çıkarın da demiyorum. Ama orada öyle derya deniz bir potansiyele sahip ve efsane olmaya çok müsait bir karakter varken bunu niçin kullanmadığınızı merak ediyorum.

Dövüşmeden oynayın!

İlker Kızmaz da kumaşı şahane bir oyuncu mesela. Fakat onun kendini gösterebilme fırsatı bulduğunu düşünüyorum. Hem devrimci kimliği hem de Zafer Komutan’a muhbirlik yapıyor oluşu ve aynı anda gazeteci Leyla ile de işbirliği içinde olması karakteri bereketlendiriyor. Replikleri ve sahneleri vurucu. Dolayısıyla İlker Kızmaz, içinde olduğu her sahnenin enerjisini yükseltiyor.

Özellikle ismini zikretmek istediğim birkaç oyuncu daha var bu hafta. Bahadır Yenişehirlioğlu asaletinin altını çizmek isterim mesela. Saatçi Hüsnü’nün insana huzur veren varlığını, muhtaçlığını çektiğimiz o naif duruşu daha sık görme imkanı bulursak ne hoş olur. Sonra Deniz Baysal.. Zafer Komutan’ın asi kızı Tümay bundan daha iyi canlandırılamazdı herhalde. Dolayısıyla Deniz Baysal’ın da her sahnede Tümay’ın hakkını verdiğini düşünüyorum.

Bu hafta umut vaat eden birkaç sahne vardı. Biri Hüsnü Efendi ile Arif’in iştirak ettikleri zikir sahnesi ve cennet mekân Muzaffer Özak Efendi’nin (k.s) sohbet sahnesi idi. İlk bölümde Necmettin Erbakan - Zahid Kotku Hazretleri (k.s) sahnesini pek tesirli bulmamıştım açıkçası. Ekrandan bize yansıyan bir parça karikatürize edilmiş bir sahneydi çünkü. Fakat bu haftaki zikir sahnesini de, Muzaffer Efendi’nin (k.s) gönül tamir ettiği o sahneyi de tüylerim diken diken olarak seyrettim. İşte bundan bahsediyorum. Bu tip vurucu sahnelerin; kıssaların, şiirlerin, doğru şarkı ya da türkülerin desteklediği, insana bir kalbi olduğunu hatırlatan sahnelerin azlığından.. Olacak ama olacak. Ümidimiz bâki.

Hikâyenin beni heyecanlandıran bir başka ayağı daha var: Nesteren!

Özge Sezince üstlendiği her rolün altından ustalıkla kalkan ve oynadığı karaktere seyirciyi kolay inandıran bir oyuncu. Bakın dizinin henüz oturmamış hikâyesini içimizde bir yere konumlandırmaya çabalarken benim daha ilk bölümden kayıtsız şartsız ikna olduğum tek dünya Nesteren’in dünyası. Dünkü David-Nesteren sahnesi peşine takılıp gitmeye pek müsaitti doğrusu. Bu görüşmeden Zafer’i bitirecek şahane bir Ali Cengiz oyunu çıkar diye el ovuşturdum. Nesteren fevkalâde acılı bir kadın. Zafer’e çok mu âşık yoksa bir türlü “Erbay” olamamanın hırsıyla mı yanıp tutuşuyor, o kısmı bize şimdilik kapalı. Açıkçası Nesteren’in üzerine daha çok oynanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Esma-Nesteren çekişmesinin seyirciyi Tümay-Arif aşkından daha çok çekeceğine kalıbımı basarım. Biz mağdur kadın hikâyelerini, bir erkeğin üzerinde tepindiği iki başka hayatı ve o kadınların neler yapabileceğini seyretmeyi naif bir aşk öyküsüne tercih ediyoruz çoğu zaman. Bunu da buraya not düşmüş olayım.

Durun, siz kardeşsiniz!

Sevda Kuşun Kanadında, fırsat verilmesi gereken bir hikâye sevgili seyirciler. Birtakım talihsizliklerle bu yolculuğa çıkmış olsa da en kısa sürede hızla toparlanacağına sonsuz inancım sonsuz. Yeni ekibin neler yapabileceğini hem çok merak ediyor ve hem de niye bilmiyorum kuvvetli biçimde iyi bir iş çıkaracaklarını hissediyorum. Belki de öyle olmasını ümit ettiğim için... Çünkü benim derdi olan işlere zaafım var. Çünkü bu işin yalnız gemi yürüsün, çark dönsün diye tasarlanmadığının farkındayım. Bir ülkenin çocuklarını aynı ateşin ortasına iten karanlık elleri açık etmek, günümüz gençliğine “durun siz kardeşsiniz” selâmını vermek derdiyle bu yola çıkıldığını biliyorum. Bir zamanlar aynı yollardan yürümüş olanların “bakın biz yandık, siz tuzağa düşmeyin” nasihatlerinin bir televizyon dizisinde vücut bulmuş halidir Sevda Kuşun Kanadında. Heybesine iyi niyet, kardeşlik duygusu ve çokça hoşgörü katıp yola çıkmış. Kalemi ve rejiyi ehil ve dahi ellere teslim ettiklerine de inancım bâki. O sebeple heyecanla yeni ekibi ve gönül telimizi titretecek sahnelerini bekliyorum şahsım adına.

Altmışlı yılların dillere destan komşuluk ve mahalle kültürünü de ziyâdesiyle yansıtabilecek bir potansiyeli var dizinin. Bunun için karakterler de, kurulan dünya da oldukça müsait. O ruhun seyirciye geçmesine çabalanıyor, bunun farkındayım. Orada mesela bir Şükran-Halit hikâyesi var ümit vaat eden. Dün Şükran’ın içinde bulunduğu bakkal dükkanı kurşunlandığında Halit’in ortalarda olmaması Şükran’ı oldukça kızdırdı. Şükran, olaydan bir gün sonra yolda karşılaştığı sevdiceğini bir güzel fırçaladı. Çünkü niye fırçalamasın? Şükran orada canıyla boğuşurken Halit oğlumuz bir çift elin yakasından tutmasına yenik düşüp hop! Pastanede aldı soluğu. Sonra da Şükran’ın karşısına çıkıp vay efendim keşke yanında olsaymış da, çok istermiş de bık bık da bık bık. Yemezler Halit Bey evlâdım. Şükran’ın Halit’e sarf ettiği “Bunlar süslü ama boş laflar” kalıbı pek çoğumuzun hissine ne de güzel tercüman olmuştur. Şükran’ı orada böyle içimizi soğuturcasına konuşturan senariste selâm ederim. Halitler aklını bir parça başına devşirsin.

Yazıya başlık olarak seçtiğim şarkıyı da buraya bırakayım. Bu hafta diziyi seyrederken bu şarkı gelip geçti hep aklımdan. Bahtının rüzgârına kapılıp gidenlerin hikayesiymiş gibi hissettim. O yıllardan bugüne nasıl savrulduklarını düşününce insanların.. Yazıya oturunca açtım sonra. Ben bu satırları yazarken Müzeyyen Senar usul usul diyordu ki:

“Ey ufuklar diyorum, yolculuk var yarına..”

Emeği geçen herkesin eline sağlık.

Haftaya görüşmek dileğiyle..


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER