Ceyda’dan
söz edip de Meliha’yı es geçmek olmayacak. Aslında bu bölüm, Meliha kimliğinin
daha da netleştiği bölüm oldu benim için. Çocuklarını çok seven annenin ardına
iyi gizlenmiş olan, dominant ve aşırı korumacı kadın bu bölüm, gün yüzüne
çıkmaya başladı. Sinan’ın Rüzgâr’la konuşurken söylediği “yüzme öğrenmesine
engel olan anne”den, oğlunun omzuna başını koyup “Sen sadece benimsin!” mesajı
veren kadına kadar pek çok noktada varlığını hissettiren baskın karakter, son
sahnede Pelin’le yüzleşirken iyice beliriverdi.
Oğlu acı çeken her kadının
hissedeceği öfkeyi yaşıyor, buna itirazım yok ancak hem Tankut’ta hem de
Havva’da izlerini gördüğümüz bastırılmışlık aslında Meliha’nın çok da masum
olmadığını gösteriyor. Çocuğu için kendini feda etmiş anne görüntüsü, gerçekte
çoğu kez kadın egosunun bir tür dışavurumudur ki Meliha’da da bu fazlasıyla
var. “Melek” diye sözünü ettiği Rüzgâr sayesinde Tankut, bu çemberi kırmış
belli ki ama şimdi oğlunun hayatındaki yerine dair bir tehlike sezen Meliha,
Sinan’ı yeniden avcunun içine almak adına, art arda hamlelerle gelecektir diye
düşünüyorum. Üstelik o Ceyda’nın aksine “anne” konumu gereği silinip
atılamayacak bir yere de sahip… Bunun bilincinde olduğu için de Pelin &
Sinan ilişkisindeki asıl tehlikeli güç Meliha, diyorum.

Sen geceler boyu buram
buram yandığım… Ah sennnn! Kokuna hasret uykularla dolaştığım…
Meliha’nın
“meleği” Rüzgâr’la bu bölüm sonunda tanıştık. Açıkçası benim hayal ettiğim gibi
bir kız çıkmadı. Ben çok daha çizgileri keskin, biraz daha sert ve bir tık daha
karanlık birini beklemiştim. Benim beklentimden daha sakin, daha dingin bir
karakter gibi göründü bana Rüzgâr… Geçen hafta kaygılandığım “kasırga” ihtimali
yerine “meltem” olasılığı güçleniyor gibi…
Büşra
Develi’yi daha önce izlememiştim. Kafamdaki tiple görüntü olarak örtüşmese de
benimki sadece beynimdeki bir soyut çizim olduğundan role ne kadar
oturduğunu söylemek için şu an çok erken, diyorum. Bu arada bana mı öyle geldi
bilemedim ama Pelin’in bir tutam havasını sezdim onda. Eğer bu etki gelecek
bölümlerde de sürerse aslında ilginç bir metaforla örtüştüreceğim zihnimde onu.
Yani Tankut’u ölüme iten Pelin, onu ölümün kıyısından alan başka bir Pelin
çağrışımı yaptı bana… Bu anlamda ilk izlenim olarak da Büşra Develi doğru isim
gibi geliyor.
İtirazım yok, ateş bu
değmesin sana… Kıyamammmm…
Bu
bölüm, en beğendiğim sahnelerden biri Başak ve Bülent’in Pelin’le Sinan’ı
yüzleştirmek için çevirdikleri oyun sahnesiydi. Hazal Türesan’ın o sahnedeki
performasına bayıldım. Çağrı Çıtanak’ın sadece bakışları kullanarak olup
bitenlerle ilgili yorumlarını yansıtmasını da ayrı seviyorum. En az ana çift
kadar izlemekten keyif alıyorum bu ikiliyi, başarılı oyunculuklarıyla.
Patlayan
mısırlarla çaresizce mücadele eden Pelin’de, Leyla Lydia Tuğutlu’yu ayrı bir
sevdim. Şiir okuyan Furkan Andıç’ın naif tavrına bittim ve yine son sahnede
Pelin’e bakışındaki buz gibi nefretle beni titreten Ayşe Nil Şamlıoğlu’na
hayran kaldım…
Bu
arada bir küçük not: Müzik zaman zaman konuşmaları perdeleyecek kadar yüksekti.
Dizide ilk bölümden beri giderilemeyen bir ses problemi var, ne olur birileri
el atsın şu işe… Canım diyaloglar heba oluyor, basit bir teknik problem
yüzünden.
Sanırım
ben izlediğim bölümler içinde en çok bu bölümden zevk aldım. Ritmiyle,
çekimleriyle ve oyunculuklarıyla… Emeği geçen herkesin alın terine sonsuz
saygımla teşekkürlerimi sunuyorum.
Sinan’ın
Ceyda’nın aşkıyla imtihanını keyifle izlemek için kendimi bir haftalığına
köşeye alıyorum.