Defne Topal ekranlar için yaratılmış en narin
karakterlerden biri denebilir rahatlıkla. Kabuğundan bile anlarsınız:
Defne’deki tazelik ve zarafet; kızıl saçlarında, beyaz teninde; o dört mevsim
yeşil kalan yaprakların üzerindeki turuncuya kaçan sarı defne çiçeği gibi
parlamaktadır. Çoğumuz için yepyeni bir yüz ve soluk olan Elçin Sangu; evvela
Defne’nin bu “kabuğuna” o kadar yakışmaktadır ki, adeta masum, şaşkın, ürkek
Defne’nin Elçin için yazıldığı hissiyatından kurtulamazsınız.
Defne
şaşkındır, ürkektir, aynı zamanda biraz savsak ve sakardır... Bu yönüyle
yüzyıllardır beyaz perdede, cam ekranda boy gösteren; ve aslında belli ölçüde
her birimizin içinde de barınan “romantik kadın” kahramanın bir izdüşümüdür.
Örnekler sayılmayacak kadar çoktur belki. Mesela taa gerilerde,
Audrey Hepburn’un hem masum ve
tecrübesiz
Sabrina’sında, hem
Breakfast at Tiffany’s’deki uçuşkan
ruhlu
Holly’sinde görürsünüz
Defne’nin yansımalarını. Hepburn, duruluğu, inceliği, zarafeti, kırılacakmış gibi
duran güzelliği ile Defne’ye kafamda en fazla yaklaşan kadın kahramanlardan
biri olduğu için burada da ilk örnek olmaya nail bulunmaktadır.
Bununla beraber
Defne’de; dünyada en mutlu ve huzurlu hissettiği yer 5. Caddedeki ünlü mücevher
mağazası Tiffany’s olan Holly karakterinin “uçuşkanlığı”nı aslında bulamazsınız:
Holly Golightly, “40 yaşıma gelmeden elmas takacak değilim tabi ki” diye
geçiştirse de kendisini her sabah elinde kruvasanıyla Tiffany’s camekânının
önünde bulan kocaman romantik bir iflah olmazdır. Onun için Tiffany’s bir hedef
noktası, bir mutluluk kaynağıdır; fakat aynı zamanda bir kaçışın da sembolüdür;
hayatından, parasızlığından, ağır geldiği için uzaklaştığı sorumluluklardan,
ailesinden kaçışının. “Zengin koca bulup hayatının sonuna kadar rahat etme”
hayali üzerine inşa edilmiş bu yaşam sevinci; belki ancak Hepburn’un can verebileceği bir karakterde bu kadar az sakil ve itici durur; ancak yine de bu yüzeyselliğin onun gerçeğinin bir parçası olması baki kalır.