Beş Kardeş + Kocaman Aile
Duygu Tombak
Beş Kardeş’in “Yakında” tanıtımları dönmeye başladığında o vakitler Ulan
İstanbul dizisini beraber yorumladığımız yoldaşım Çağla Akyürek ile
aramızda beyin fırtınası yapıyorduk:
-Beş Kardeş hangi gün olacak ki?
-Salı şu kanalda bu var, çarşamba da o kanalda şu var.
-Acaba şu diziyi başka saate mi alacaklar?
Biz ihtimalin ihtimalini düşünürken Ulan İstanbul internete, Beş
Kardeş de Ulan İstanbul’un pazartesi akşamından boşalttığı
yere geçti. Hayırlı uğurlu olsundu.
Geleni kapıda, davulla zurnayla karşılamak adettendir. Beş Kardeş için
yapılan törene katılamasam da gönlüm onlarlaydı. Yasak değil ya sevmek. Aynı
gün aynı saatte olan iki diziyi gayet güzel sevebilirdim, öyle de oldu. Ekran
ile aynı anda izleyemesem de biliyordum: Uzakta bir yerde iyi şeyler oluyordu.
Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız bu duruma alışkın olmalısınız. Eğer bir
dizinin her sahnesi oyunculuk dersi gibi, her diyalogu özene bezene ince
mesajlarla dolu, hikâyesi sıcacıksa o dizinin ömrü kısadır. (Tam bu noktada her
başarının cezasız kalmayacağını bir kez daha hatırlatmış olalım.) Beş
Kardeş’in ömrü kelebek kadar olan işlerden sadece biri olacağını o zamandan
anlamalıydım. 5. bölümün ardından ara verme kararını duyduğumda çok inanmıştım.
Haziran'da her şey daha güzel olacaktı. 13.bölümün final olduğunu öğrendiğimde
ise inanamadım; daha doğrusu konduramadım.
Beş Kardeş + Kocaman Aile
Sait, Nazım, Turgut, Orhan, Aziz… Sanki hepsini defalarca rüyalarımda
görmüştüm. Ciğerlerinin kıvrıldıkları, yüreklerinin kanadığı, beyinlerinin
infilak ettikleri yerleriyle hepsi rüyalarımdaydı. Bu durum Onur Ünlü’nün bana
“Sen böyle güzel adamları ancak rüyanda görürsün.” deme şekliydi sanki. Hadi
tamam, belki onları anca rüyamda görürüm. Peki ya, Canananım, Taşkın, Kudret,
Şevval, Melike, Birol, Deniz, Yasemin, Mukadder Hanım Teyze, Hakkı, Osman Amca?
Onları nerede görürüm? Bana bir adres verin! Bu adamlar çok güzel seviyor.
Neredelerse gideyim, onları izleyeyim. Belki bir şey öğrenebilirim. Başeğmez
Kardeşler! Çok güzel seviyordunuz be!
Onları bu kadar sevdiren şey ne diye düşündüm sonra? Çok düşünme Duygu, çok
düşünme… Bu insanlar aslında etrafında görmek istediğin (hatta bazen olmak
istediğin) insanlardı. Bugüne kadar etrafındaki her insanda biraz Yasemin biraz
Taşkın, biraz Sait, biraz Birol aradın. Hepsini bir arada bulunca elinden
oyuncağı alınan çocuklar gibi bastın çığlığı!
Ohh, mis gibi beton koktu!
Tüm bu #güzelinsanların yanında, 13 bölümüyle Beş Kardeş benim
için tam anlamıyla bir zihinsel orgazmdı. Her göndermelerinde, her selam çakmalarında
“İşte bu!” diyorum. Diyordum çünkü televizyondan bunları söylemek yürrrek
isterdi. Çünkü onların soyadı Başeğmez’di!
Ben, Başeğmez Aile Çay Bahçesi'nde Turgut ile beyaz çay içebilme ihtimalini sevdim.
Ve final… Ben de herkes gibi “Mutlu son ile bitecek hem de Mehmet Erdem’li”
diye dolanırken… Kırmızı kamyonetin uçurumdan yuvarlanmasıyla ağzım açık ekrana
öyle bakakaldım. İnanılır gibi değildi! Nasıl olurdu böyle bir şey?
Yutkunamıyordum. Yooo! O an Turgut gibi, Orhan gibi, Aziz, Nazım, Sait gibi
arkama bakmadan koşmak, koşmak, koşmak istedim. Elimden bir şey gelmiyordu çünkü.
Koşarak her şeyi geride bırakabilirdim. Beyin devrelerim cayır cayır yanarken
aklıma ilk gelen soru “Bu muydu bize reva görülen?” oldu. Vital bulgularım
stabil hale geldiğinde, olayları ve kişileri neden-sonuç ilişkisi içinde ele
aldığımda anladım ki o kırmızı kamyonet sadece Başeğmez Kardeşlerin kırmızı
kamyoneti değildi. Sisteme atılmış bir tekme, eski sevgilinin ardından vurulan
kapıydı. Biz Onur Ünlü’nün ne demek istediğini anladık. Sen sistemi değil;
sistem seni kaybetti Onur Ünlü, boş ver! (“Güzide” reyting sistemi ve
öğüttükleri hakkında konuşup kimseyi darlamak istemiyorum. Siz anladınız onu!)
Velhasıl aşklarıyla, şaşkınlıklarıyla, şarkılarıyla, çaylarıyla,
güzellikleriyle hayatımızdan Beş Kardeş + Kocaman bir aile
geçti. İyi ki geçti. Bardağın dolu kısmını gördüm. Özledikçe karşıma bir
“büyük” alacağım ve Beş Kardeş'i yâd edeceğim. Çünkü “Ooo-of bu nasıl bir şey,
ben aşık oldum!”
En iyi öğrenme yönteminin sanat olduğunu düşünenlerdenim. Müzik, resim,
tiyatro, sinema, edebiyat… Beş Kardeş’e “Son Bakışı” iki farklı
eserden, ufak parçalarla bitirmek istiyorum. İlki, hayatım her döneminde bana
önemli kararlar verme kudretine sahip, Bertolt Brecht’in Üç Kuruşluk
Operası’nın Ümit Aydoğdu yönetmenliğinde Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncuları
tarafından sahnelenen Beş Para Etmez Varyete oyunundan minik
bir parça:
Dönsün diye durmadan bu dev çark
Birileri elbet altında kalacak
Sen kaybettikçe öteki kazanacak
Biz asmasak seni başkaları asacak.
Olanla ölmüşe çare yok… İkinci eser Turgut Uyar’dan. Belki ruhumunuz
ateşinin sönmesine yardımcı olur.
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Rüyalarıma gelmeyi unutmayın, tamam mı?