Güçlü hikayelerin güçlü anlatıcıları olduğuna inanırım. Ve güç herkese
göre farklı ruhtan doğar. Belki başarıdan, belki şanstan, belki paradan. Benim
için güç; hikayeni anlatırken dayandığın kavramla, kendine duyduğun haklı
inançla sınırlı oldu hep.
Hikayeni anlatırken içine ne kadar ruhundan katabiliyorsan o kadar ete kemiğe büründürüp kabul ettirirsin gerçek olduğunu. Güçlü anlatıcılar, tam da bu yüzden güçlü ruhlara sahip olanlardır. Şimdiye kadar güçlü kadınları izlemekten hep keyif aldım. Düşüncelerini
korkmadan açıklayabilen, hayatı için mücadele veren ve bunu kimsenin karşısında
eğilip bükülmeden sürdüren kadınların ruhundan doğan ışığa inandım. Klasik yaz
dizisi algısıdır başrol kızımızın bir şirkete şans eseri girip varlığını yine
şansı doğrultusunda sürdürmesi. Güç birçok insan için şanstan doğar çünkü. İzlemesi
başlarda keyif verip sonraları hep tat kaçırır. Gerçek dünya ve şansın dayandığı
dünya çatışmaya başladıkça, iş senin zekanla da alay etmeye başlar. Sevmem ve
izlemeyi de tercih etmem mantığımla alay eden dünyaları.
Hikaye ilk servis edildiğinde sosyal medyada çok fazla ön
yargı okudum Sen Çal Kapımı ile ilgili. Bir kısım yaftaladıkça yaftaladı ve
yapıştırdı klişe damgasını diğer kısımsa başrollere duyduğu haklı güvenle ilk
bölüm için biletini çoktan ayırdı. Her iki grupta da yer almayıp ilk bölümü
izledim. Tamamen ön yargısız bir şekilde analiz ettim karakterleri. Ve bu
yazıyı ikinci bölümün sonundan yazıyorum.
Bir üniversite öğrencisinin hayalini ortalamasına, bursuna
bağlı şekilde kurmasının ne demek olduğunu bir üniversite öğrencisi olarak çok
iyi biliyorum. Geleceğini inşa ederken kendini garantide hissetmek için çabalamak,
bursunu korumak için uykusuz onlarca gece geçirmek hep zinde tutar hayalperest
yanını. Hayal, emekten beslenen aç gözlü olgudur. Geleceğin için fedakarlık
yaptıkça kendine inancın katlanarak artar ve sen güçlü bir kadın olurken güçlü
bir gelecek de inşa edersin kendine, dünyaya.
Eda böyle bir kız. Ortalaması çok
yüksek, vakıf üniversitesinde tam burslu eğitim alan ve son sınıfta bursu
aniden kesilen bir kız. Bu geleceğinin sabun köpüğü gibi tek nefeste sönmesi
demek. Yarattığı enkaz dünyaları yaktıracak türden güç doğuran bir yıkım demek. Ben
tam da bu yüzden Eda’nın bursu için verdiği mücadeleyi izlemek isterdim. Buna
sebep olan adamın fotoğrafıyla dart oynamış olmasına gülmek yerine, ‘’kaç kez geldim,
mail attım kimse yardımcı olmadı.’’ şeklindeki serzenişini duymak yerine mücadelesini
kısa olsa da görmek ona çok daha fazla bağlardı beni. Fakat yine de bağlandım
ve inandım mücadelesine. İnatçı yönlerini sevdim. Kuru inadıyla kendini ‘’vay
be bu kız herkesten farklı’’ büyüsüyle karşısındaki adama aşık etme vasfı yok,
minnettarım. Düşüncelerini savunurken bunu sahip olduğu bilgi birikimine,
aldığı eğitimine, güvendiği geleceğine dayandırıyor misal. İkinci bölümde tanık
olduğum; karşısındaki adamın son derece titiz iş ahlakı nedeniyle oluşturduğu
anlaşmaya en önden ‘’beni aşağılamayacaksın’’ şartını koyması klişe
kontenjanından yer ayırttığı algısına zaten kafa tutar benim gözümde. Eda gibi
kadınları izlemek istiyorum. Kendini ezdirmemek için bağırıp çağırmaya ihtiyaç
duymadan başarısını ortaya koyan, fikirlerini toz pembe dünyadan arındırıp
gerçekçilikle taçlandıran ve her düşüncesini çekinmeden ortaya koyan kadınları
izlemek istiyorum. Evet şans önemli bir unsur iş hayatında. Fakat kendini
yetiştiren ve kendine inanan bir kadının kaderini baştan yazmak için şansa
ihtiyaç duyduğuna asla inanmadım, inanmıyorum. Romantik komedide artık sadece saf
kız tiplemesi bağlamıyor ekrana. Ne istediğini bilen, hayatı için mücadele
eden, eğitimi için savaşan kadınlara bağlanıyorum. Bu açıdan Hande Erçel’e; Eda’yı
gerçek bir güçlü kadın olarak karşıma çıkardığı, inandığı kadar da
inandırdığı için ayrıca minnet doluyum.

Ve gelelim Serkan Bolat’a. Evet soğuk, evet egosu yüksek, evet
başarılı ve zengin. Fakat ciddi anlamda centilmen bir adam. Karşısında bir
kadın olduğunu ve her şeyden önce bir insan olduğunu unutmadan iletişim kuran
bir adam. Alışıldık çıkışları olan ve egosunun altında tüm saygısını yitiren
tiplemelerden uzakta, garip bir şekilde kendisine güven duyduran bir adam. Konuşurken
her ne kadar kendi karakterine zıt ölçüde sınanırsa sınansın kabalaşmayan ve
iğnelerken dahi ‘’hanımefendi’’ hitabının dışına çıkmayan bir adam. Benim
gözümde onu güçlü bir adam yapan tek özelliği de bu. Güven duyuyorsam sebebi
bu. Başarı önemlidir, zeka da önemlidir ve belki hayata bir sıfır önde başlamak
için Selçuklulara dayanan bir soy ağacı da önemli etken sayılır fakat Serkan
Bolat’ı birçok başrol erkek karakterden ayrı bir konumda tutan şey benim için centilmenliğini,
hırsları uğruna es geçmemeyi çok iyi başaran bir adam olması. Kendine anlaşmayla
bağladığı bir kadına tahammül edemediği noktada dahi fikren saygı duyması, fikirlerini
taçlandırmaktan kaçınmaması. Ezeli rakibiyle bir şekilde iletişim sahibi
olduğuna tanık olduğu Eda’yı aşağılamak yerine dinleyip, anlaması. Ezmek yerine
anlaması. Gücüne inanıyorum Serkan Bolat. Kerem Bürsin’in sana kendinden çok şey
kattığına da tam olarak bu noktada ikna oluyorum.

Güzel bir dünya kuran, anlatırken de güçlü kadın ve erkek
profilinden kendini soyutlamadan hikayesini sürdüren Ayşe Üner Kutlu’ya da teşekkür ederim. Bu
hikayeye inanıyorum ve uzun bir süre de inancımın arkasından gideceğimi
biliyorum.
Gücünü savunurken çizgisini koruyan herkese ve bu hikayeyi ekrana taşırken içine fazlaca emeğini katanlara da ayrı ayrı teşekkürler..
İrem.