Leyla ile Mecnun değil, burası gerçek hayat...

Leyla ile Mecnun değil, burası gerçek hayat...

Uykunun benden köşe bucak kaçtığı bir gece yarısı, bir his beni kaldırdı ve bu oyuna bilet aldırdı. Neyle karşılaşacağımı ve beraberinde neleri uğurlayacağımı bilmiyordum. Bileti alırken bu gösterimin prömiyer olduğunu bile anlamamıştım ki oyun öncesi mekânın atmosferindeki heyecandan fark ettim böyle özel bir geceye denk geldiğimi. Hani o heyecan ve endişeyle sarılı bir gururu gözlerinden taşan ebeveynler, desteğe gelmiş onca eş dost ve etraftaki belli belirsiz bir yerinde duramama/daimi koşuşturma hâli görülür... Ve sizin de içiniz coşar. İşte böyle olur prömiyer akşamları. Yorgun bir gün sonu, kapanan kapılar, beklenen ve beklenmeyenler, "keşke"ler ve "iyi ki"ler arasında karman çorman bir zihin sonrası Baba Sahne'nin o pek sevdiğim yüksek ferah salonunda koltuğuma yerleşmek bana çok iyi geldi. Böylece her şeyden evvel bize heyecanlarını böyle güzel yansıttıkları için tüm ekibe candan bir teşekkürle başlamış olayım yazıma.

 

Oyun; boşanmak üzere olan bir karı kocanın, ortak bir dostlarının cenazesi nedeniyle yeniden bir araya gelmeleriyle başlıyor. Hem cenaze süreci hem eş dost ağırlaması hem de rahmetlinin son vasiyetini yerine getirme çabalarını izliyoruz. Her bir sahnenin tadına sonuna değin varmanızı istiyorum, asla bir sürprizbozan olma niyetim yok. Bu nedenle kısaca, “beraber uzun yıllar geçirmiş bir çiftin hayat ve ilişkileri üzerine yaptıkları bir muhasebenin mizahi anlatısı” şeklinde özetlemek istiyorum hikâyeyi. Yetmiş beş dakikalık seyir süresi boyunca yüksek bir tempoda bizi duygudan duyguya sürükleyen, hem keyifli hem de düşünmeye teşvik edici şık bir metin karşılıyor bizi. Aynı zamanda oyunun iki başrolünden biri olan Bülent Emrah Parlak’ın kaleminden çıkan metinde diyaloglar arasında hoş dokundurmalar da var açık açık göndermeler de.

Hikâyeyi tek bir temayla özetlemem gerekse, bunun için seçtiğim kavram “kabullenme” olurdu. Hem hayatı hem de kendimizi, kendi hikâyemizde ilerlemeye devam etmemiz yahut durmamız gereken yerleri, kapattığımız bazı kapıları daha fazla zorlamamak gerektiğini, verdiğimiz kararların sade kazançları değil bazı kayıpları da getireceğini; upuzunun kısası, oluru ve olmazıyla bize verilen bütünün genelini kabullenme. Ki bakınız ben burada ifade ederken bile zorlandım, o denli ağır bir kelimedir bu. Safi dramatik bir öyküyle anlatmaya kalksanız altında kalırsınız, bu kavramı ancak “komedi” kaldırabilir. Bu bakımdan oyunun tür seçimini de oldukça başarılı ve yerinde bulduğumu ifade ederken, prömiyerin ertesi başladığım bu yazıyı neden iki ayın sonrasında ancak tamamlayabiliyor oluşumu da bir nevi gerekçelendirebilmiş olduğumu sanıyorum :) Seyrettiğim her oyun -içime dokunabilenler diyeyim- zihnimde bir çember başlatıyor ve ben ancak o dönüşünü tamamladığında onun hakkında konuşabiliyor oluyorum. Anlattığı dertle tutarlı bir final ve ona değin ilgiyi dağıtmayan akış bana hoş bir çember daha kazandırmış oldu, umuyorum ki sizler de bunu deneyimleme imkânı bulursunuz.

 

Oyunun içeriğinin de ötesinde beni etkileyen yanı ekipteki o “aile” hissini tadabilmiş olmak oldu. Bize şahane birer performans sunan Elit Andaç Çam ve Bülent Emrah Parlak sahnede bize bunu yaşattılar. Sahne arkasında oyunun yönetmeni olarak Murat Eken’i görmek – ki yıllar olmuştu kendisini görmeyeli- bu da yetmezmiş gibi BKM’den birçok ismi izleyici koltuklarında dostlarında destekçi olarak görmek duygulanmaya fazlasıyla hazır bendenizin gözlerini doldurdu. Türkiye şartlarında sanatçı olmak, “sanat” yaparak hayatını idame ettirmek mücadeleci bir ruh gerektiriyor ve bu mücadelede yalnız olmadığınızı bilmek pek çok şeye bedel.

Sabahın ilk ışıkları, kuşlar yeni yeni ötmeye başlarken ben de satırlarımı sonlandırıyor ve sizleri oyunun mevcut en yakın gösterimine koşar adım bilet almaya uğurluyorum. Tüm ekibin emeğine, kıymet verip bu yazıyı okuyan sizlerin de gözlerinize sağlık efendim

Sürç-ü lisan ettiysek affola.

Sevgiyle.

Elif.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER