Doğa-Fatih ilişkisinin haftalardır süregelen mantık dışılığı bir noktada yerini kayıtsızlığa bırakır diye düşünmüştüm, sahiden de öyle oldu. Aklı başında her insana hukuk atağı geçirten mahkeme sahnesi ve sonrasında verilen kararı düşününce, bugün Doğa’nın Ünalların evine dönmesi, hiçbir şey olmamış gibi (fandom bana kızmasın) bebek odasında yaşamaya başlaması, kendini yemek masasında aile fertlerine laf sokmaya adaması filan o kadar saçma gelmiyordu. Ta ki Fatih, Ünalların aklı başında tek ferdi olan amcasının tavsiyelerini dinleyip karısını ve çocuğunu almak suretiyle Kıvılcım’ın evine özür dilemeye gidene kadar.
Kıvılcım’ın bu özrü ne hikmetse kabul etmesiyle başlayıp Fatih’in sevinçten ne yapacağını şaşırması ve kaynanasına sarılmasıyla devam eden sahne dolayısıyla bu hikâye aksına olan inancımı yeniden kaybettim. Doğacım, dilerim annen gibi sloganlar atarak yaşamaya devam edersin de Fatih’i affetmezsin. Çünkü Doğa ve Fatih fanlarının (dizinin ilk bölümlerinde böyle bir shipper topluluğu vardı sahiden) sayısı azalsa da bazı şeylerin zaman zaman unutulduğunu düşünüyorum. Misal, bu evlilik Fatih Doğa’yı okul bahçesinde tartakladığı zaman zaten bitmeliydi. Mesele ne zaman aldatmaya geldi de Doğa karşısındaki insanın nasıl biri olduğunu anca böyle öğrenebildi, bilmiyorum. Bu aldatma mevzusu, avukat ve doktor olayları gibi yine gerçek hayatta karşılığı olmayan saçmalıklarla perçinlenince odak biraz buraya kaydı, bunu da anlayabiliyorum. Ama meselenin özü zaten o kadar problemliydi ki bunların çok da konuşulmuyor olması, Fatih’in ise öncesinde yaptığı her hareketinin bu vesileyle meşrulaştırılması beni rahatsız ediyor.
Ömer, öleceksen öl de storyline'ı görelim ya.
Kıvılcım ve Ömer ilişkisinde de yolunda gidiyor gibi göründüğü halde çok da yolunda gitmeyen durumlar mevcut. Ömer’in var mı yok mu tam olarak anlayamadığımız bir öfke problemi söz konusu mesela. (Trafikteki adamı neden dövüyorsun? Hadi dövüyorsun, neden yanaklarını avucuna alıp özür diliyorsun Ömer, sen deli misin nasıl hareketler bunlar?) Ömer'in, beyninde patlamaya hazır bir anevrizma olduğu için Kıvılcım’ın evine taşınma kararı çok tatlı. Beylerbeyi’nde tam tepeden Boğaz gören güzelim eve gecekondu muamelesi yapılması ise çok yersiz. (Aynı şey Umut’un evi için de geçerli.) Kıvılcım ve Ömer ikilisinin en sevdiğim kısmı ilişkiye doğru giden ama yolda ne olacağını çok da kestiremedikleri saf halleriydi. Böyle birbirlerine çok iyi gelen iki arkadaş gibi sürekli bir yerlerde oturup kahve içiyorlardı. Sinema sahnesinin naifliğinin üstüne de daha sonra çıkamadılar sanki. (Müzik altı flashback’inden geliyorum: Kıvılcım’ın evlilik teklifi aldığı kombini in, Eiffel sahnesi komple out.)
Muhafazakar-seküler çatışmasında 35 hafta sonunda konunun hâlâ şampanya olduğuna inanamıyorum. Ömer’in tokuşturulan kadehlere Ali Rıza Bey edasıyla bakması sahiden güldüren bir detaydı ama izlediğim şeyin kurgusal evrende geçen bir dizi olduğunu kabullenemediğim için bugün bile karakterleri “Biraz da siyaset konuşun” diye bağırarak sarsmak istiyorum. Saçma. Son haftalarda kendi kendime acaba ben Nursema’nın içki içen bir versiyonu muyum diye sorguluyordum. Bu bölümde ise muhafazakarların yanında seküler, sekülerlerin yanında muhafazakar kalan Ömer’i görüp gerçek hayatta Ömer olduğuma ikna oldum. Hayat bazen böyledir.
Umut sana laflar hazırladım. Reytingler zaten oldukça iyi geliyor ama Nursema’nın yeniden sahalara dönmesiyle bu bölüm kemik izleyici kitlesinin de televizyon başına geçtiğini düşünüyorum. Sosyal medyadaki gözlemim de bunu doğruluyor açıkçası. Umut ve Nursema ilişkisinin evlilikten sonra başka bir aşamaya geçtiği yadsınmaz. Bu pek tabii öngörebildiğimiz bir durumdu ama ilişkideki bazı noktalar o kadar problematik ki aslında lafını etmek bile istemiyorum. Umut’un, kredi kartlarını iade etmeye zorlayarak Nursema’nın kendi parasını harcamasını engellemesi mesela. Bu yüzden Amerika’da işletme okumuş (daha sadece 30 yaşında olan) kızın babasının şirketinde değil de alelade bir emlakçıda çalışmaya başlaması. Hiç deneyimi olmadığı için üzülürken Umut’un Nursema’yı cesaretlendirmemesi, daha doğrusu niteliğinin çok altında bir iş için cesaretlendirmekle yetinmesi.
O kadar iletişim sıkıntısı yaşıyorlar ki bir noktada dışarıdan bir göz gelse de ikisini de karşısına alıp konuşsa diyorum (mesela Alev?). Hani çok yakınlar ama değiller gibi. Birbirleriyle de kendileriyle de dalga geçemiyorlar, sürekli bir yanlış anlaşılma hali hüküm sürüyor. Umut’un Ertuğrul için “Dinci mi?” demesine çok gülmüştüm, Nursema bozuldu. Azıcık kendinizle eğlenebilseniz bayağı keyifli bir çift olabilirsiniz aslında. Biz Nursema açılır diye beklerken Umut’un kapanmasına da çok gülüyorum. Var olan kariyerini bitirmeye zorlanan, bir de üstüne barda şarkı söylemesi engellenen Umut’un Nursema için yaptıklarına da Nursema’nın aynı şekilde Umut incinmesin diye katlandıklarına da fedakarlıktan daha güçlü bir kelime bulmak gerekiyor.
Fav Kızılcık Şerbeti eviniz hangisi? Benimki Kayhan-Leman-Metehan evi.
Umut zaten sezonun başından beri fazla umursamaz bir profil çiziyor. Bilmesek Nursema’yı yeterince sevmediğine bile inanacağız. Öyle ki bu bölümde gösterdiği tavırların ne kadar bencilce olduğu hakkında uzun uzun konuşmaya bile gerek yok. Hani her şeyi birlikte aşıyordunuz Umut? Nursema’nın ayakları yere basan, güçlü karakterini görebilmemiz için illa bir kadının başının dertte olması gerekiyor belli ki, onu anladık. Ama Ertuğrul’un evindeki yüzleşme sahnesinden sonra arabada yaşadıkları şey o kadar gerçekti ki, Nursema’nın o kırılgan sinir krizi, belki de sadece o an ihtiyaç duyduğu tek kişi olan Umut’un temasıyla sakinleşebilmesi… Tüm bunlardan sonra Umut’un Nursema’ya olan tavrının tamamen değişmesini kabul edemiyorum. Bu çiftin kültürel, ekonomik, hatta entelektüel temelde büyük sıkıntılar yaşayacağını tahmin ediyorduk ama neticede birlikte büyürler, konuşarak öğrenirler, hem kendilerini hem birbirlerini tanırlar zannediyorduk. Oysa birbirlerine olan güvenlerinin kırıldığını izliyoruz her hafta.
Aklıma gelmişken, Çimen ve Metehan’ın hikâyesini neden yok ettiniz ya? Ülkedeki Boğaziçi - Turizm tiplemesinin neredeyse tam karşılığı olan Çimen kızımız Ünalların holdinginde staj yapmaya başlasın diye gün sayıyorum bu ilişkinin yeniden yeşermesi için.
Bölümün keyifli anları: Kıvılcım inşallahları sevmediği için Ömer’in maşallah demesi, Apo’nun İbrahim’e attığı tokat, Pembe’nin nereden geldiği belli olmayan türbe alıntısı (bkz. “Dışarıdan gördüm yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe”), Nursema’nın düşürdüğü tacını yeniden başına takması, Umut’un ofiste bilgisayar oyunu oynayarak para kazanması, bir bütün olarak Kayhan (aynı bölümde sosyalist ve zırto kelimelerini kullanabilen mükemmel birisi), neden gerekli olduğunu hiç anlayamadığım şekilde araları bozulan Nursema-Alev ve Nursema-Doğa ikililerinin biraz olsun toparlanması, Twitter'daki bütün Mihri esprileri.
Bölümün keyifsiz anları: Bir bütün olarak Umut, Fatih’in yeni saç modeli, dizideki varlık amacı slogan atmak olan Kıvılcım’ın daha çok slogan atabileceği yeni bir meslek sahibi olması, Nursema’nın subliminal mesajlı hat çalışması yüzünden İbrahim’e kafayı takan Mihri, Ertuğrul’un beklenmedik abdest sahnesi, Fatih-Kıvılcım sarılması, oğluna eskort tutan Pembe’nin bize yakışmaz diyerek Doğa’yla Fatih’e nikah kıydırmaya çalışması.
Her şey bir yana, bir prime time dizisinin bunca zaman sonra bile hayatımızın bu kadar merkezinde olması büyük başarı. Bir de tabii iyi oyunculuk izlemek tarifsiz bir keyif veriyor.
Bütün ekibe ve okuyan herkese teşekkürler...
Sevgiler!