Sıra Clay’in kasetine geldiğinde nefesimi tuttum. Şimdi
şurada anlaşalım, Clay biraz dengesiz bir çocuk. Nerede, ne yapacağını
kestirmek, ya da bazı zamanlarda ne hissettiğini yüzünden anlamak pek mümkün
değil. O yüzden bir yanım Clay’in de gerçek bir şeyler yapmış olma ihtimalini
hiç es geçmedi. Herkesin ısrarla “Sen daha ona ne yaptığını bilmiyorsun.” diye
diye manipüle etmesi değildi o ihtimali boş geçmememin nedeni, bizzat Clay’di.
Ancak sıra ona geldiğinde ve yaşananları izlediğimde şüpheye hiç mahal vermeden
Clay’e artı birimi yazdım. Hannah’nın da kabul ettiği gibi Clay’in ne
yapacağını bilmemesi onun suçu değildi. Hannah’dan hoşlandığını, konuşulan
şeylerin umrunda bile olmadığını söyleyememesi de… Söyleyebilseydi işler
değişir miydi, Hannah hayatta olur muydu, kimsenin cevabını veremeyeceği bir
soru bu… Fakat söyleyemedi diye Clay’i de suçlu görmek, bilemiyorum, ben içime
sindiremiyorum. Eğer illa bir şeyler yaşamak istiyorduysa Hannah da adımlar
atmalıydı bana göre dedikten iki saniye sonra Hannah anlattı. “Sorun sen
değildin, bendim.” dedi. “Seni mahvedemezdim.” dedi. Bölümün başından itibaren
Hannah’nın siluetine karşı gerçekleştirdiğim monolog, şöyle gelişti:
“Konuşsana Hannah!
Öylece bir adım beklemek yerine en azından elini uzatsana! Yapma Baker!
Kalbinden geçeni ağzından çıkan kelimelerle kamufle etme! Hayır, hayır, git
deme! Clay bu, Tanrı aşkına, ne bekliyordun Hannah, tabi ki gidecek, seni
incittiğini sanıyor. Ah Hannah, yaptığın yanlışlar ortamızda duruyor ama tüm bu
şeylerin içinde en yanlış olan tam karşında sessizce gözlerine bakıyor. Bunları
Clay’in yüzüne bakarak söylemeliymişsin, sen gitmeden önce duysaydı,
saçmalıktan ibaret olan o düşüncelerini bir kutunun içine hapseder, elini hiç
bırakmamak üzere tutardı. Adım Hannah, bir adım sonra bir adım daha… Keşke
yapsaymışsın!”
Bryce ile olanlar hakkında konuşmayacağım. Daha doğrusu
konuşamayacağım. Yalnızca bir cümle, Hannah’a söylediğim tek şey şuydu o bölüm
bittikten sonra:
“Seni tanıdığın şanslar
bitirdi Hannah Baker…”
Herkes kendi yarattığı kaosunda yaşar. Yaptığımız veya
yapmadığımız seçimler ya buz olur yakar ya ateş. Hannah Baker, kendisini
hangisinin yaktığını bile anlayamadan kaçmayı tercih etmişlerden. Evet, bir
seçenek fakat sebebi ne olursa olsun tercih edilmemesi gereken bir seçenek… Ama
seni anlıyorum Hannah! İnan, anlıyorum. Yalnızca 15 dakikalığına haberleri izliyorum
mesela, o zaman anlıyorum. Sokağa çıkıyorum, insanlara bakıyorum, hızlı olmak,
yetişebilmek, değişen tüm bu evrene ayak uydurabilmek adına kimsenin gözlerine
bakmadan, anlamsızca kelimeleri yan yana dizmekten başka bir şey yapmayan
insanlara, en çok o zaman anlıyorum. Toplu taşıma kullanırken, tedirgince,
şüpheyle birbirimizi süzdüğümüzde anlıyorum… Çok sevdiğim o arkadaşım sadece kendini
düşünerek hareket ettiğinde anlıyorum… Bir an, şahit olduğum bir olay sonucunda
aklıma Gülten Akın’ın şu dizeleri düşüyor misal: “Ah, kimselerin vakti yok durup
ince şeyleri anlamaya…” Ekliyorum: Artık o kimseler, vakti olsa bile anlamak
istemiyor zaten Sevgili Akın!” Sonra yine seni anlıyorum Hannah.
Ben kendi ateşine yanan pervane direnip duruyorum şuracıkta,
benimle birlikte direnenler çoğunlukta… Ama seni anlıyoruz Hannah Baker… Haklı
bulmasak da anlıyoruz…
Belki biraz acımasız bir dille ama anlatmaya çalıştığı şeyi
pür bir netlikle anlatıyor 13 Reasons Why…
Tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir riski göze alarak, korkusuzca… Çünkü
öylesine izleyemeyeceğiniz noktaları açıkça önünüze sunduğunda usanmadan
tekrarladığı şeyin bilince varılacağının farkında. Bu kadar söze ne gerek
aslında bakıldığında… Fikrimce üstüne kurulacak tek bir cümle bile yeterli olur
hissedilen her duyguyu anlatmaya…
Dokunduğumuz her hayatta
parmak izimiz kalır.
Bıraktığımız izlerin ve ne kadar derine indiğimizin
farkındalığıyla yaşayacağımız önümüzdeki günlere…
Sevgiyle…