Word açıp başlık atışımın 37. dakikasından bildiriyorum.
37 dakikadır bir ekrana bir notlarıma bakıp nereden başlasam diye düşünüyorum.
Nereden başlasam da izlediğim oyunun hakkını versem… Bir tiyatro salonundan
suratımda aptal ötesi bir sırıtışla çıktığım oldu, gözyaşlarımı silerek çıktığım
oldu, hatta kızgınlıkla çıktığım bile oldu ama ilk kez bu kadar dağılmış çıktım.
Beni bir salona girerken bir de salondan çıkarken görseniz bunlar içeride
seyirci mi dövüyor diye düşünebilirdiniz. Cevap veriyorum, dövüyorlar
arkadaşlar.
Kendini var edebilmek için savaşan, savaşın getirdiği
acıyla da deliren erkeklerin hikayesi Troas.
Karakterlerin en büyük motivasyonu, dillerinden düşürmedikleri “erkeklik”
algısı. Erkek her şeydir, her şeyi bilmelidir. Erkek yaşatır. Erkek öldürür.
Çocukken eline verilen oyuncak tabancalar ona yetmez, gerçeğini tutması lazım
gelir. Çünkü erkek ancak öldürürse erkek olur. Bu yüzden de savaşır erkek.
Öldürmek için, erkek olmak için savaşır. Savaşın ardından elinde kalan tek şey ise
acıdır. Acı öyle bir boyuta gelir ki erkeği hissizleştirir. Erkek, yaşadığını
hissetmek için yeniden savaşmak zorundadır artık. Savaş yüzünden savaşa muhtaç
kalmıştır. Savaşın acısıyla hissizleşen erkek yine savaşın acısıyla dirilir ve
bütün bunların neticesinde delirir. Erkeği var edip büyüten ataerki, erkeğin
sonu olur.
Salih Usta, etimizden et koparırcasına oynarken. (Kadıköy, 2017)
Oyuna girerken iki soru olsun kafanızda. Beden dili
nedir? Nasıl kullanılır? Oyun size ikisinin de cevabını çok net verecektir.
Parmak uçlarından kirpiklerine kadar, üç oyuncunun ayrı ayrı aldıkları nefes
dahi oyuna hizmet ediyor, asla boş geçmiyorlar. Benim böyle dümdüz anlattığıma
da bakmayın. Kerem Karaboğa, Salih Usta ve Cem Yiğit Üzümoğlu, bütün bu
anlattıklarımı yüzünüze vura vura oynuyor, gözlerinizin içine baka baka
deliriyorlar. Başta açtığım seyirciyi dövme bahsinin kaynağı da bu işte. Mesela
Kerem Karaboğa sizi ilk saniyeden geriyor, oyun sonuna kadar çözebilene aşk
olsun. Salih Usta öyle bir acı çekiyor ki siz oturduğunuz yerde yoruluyorsunuz.
Cem Yiğit Üzümoğlu delirdiğinde kilitlenip kalıyorsunuz, bakışlarınızı kaçırmak
mümkün değil, deliliğinin içine çekiyor sizi. (Önümdeki beyefendi onun
sahnesinde korkudan öksüremedi bile valla, bize de günah değil mi?)
Velhasılıkelam, “27 Mart’ta tiyatroya geldik ooh mis
gibi de oyunumuzu izleyelim” diye girdiğim salondan “Nefes alamıyom böğrüme bir
şeyler oturdu” hissiyle ayrıldım. Kulis kapısında pusuya yatıp çıktılarında
yakalarına yapışarak ATAERKİNİZ BATSIN! diye bağırmak geldi içimden. Bu
vesileyle kendilerine sesleniyorum. Gözlerimin önünde yitirdiğiniz aklınıza
sağlık beyler! (Ataerki meselesini bilahare konuşuruz.)
Not: Oyunun bir de küçük bir sürprizi var seyirciye.
Ben çok sevdim. Onu da gidince görürsünüz. Her Pazartesi Kadıköy Theatron’da
bekliyorlar. Gidiniz efenim. ^^