Seyirci kalmanın utancını tokat gibi yüzünüze vuran metnin,
Nihal Yalçın’ın elinde dalgalanıp durularak zirveye bayrağı dikmesinin
tanımıdır Antabus… En azından benim için artık alkol tedavisinde kullanılan bir
ilaç adı olmaktan çok öte.
Her gün 3. sayfa haberlerinde okuyup -hatta belki de
okumadan- “Yazık!” diyerek geçiştirdiğimiz, sokak ortasında kafamızı
çevirdiğimiz, umursamadığımız, görmediğimiz, duymadığımız, bilmekten
kaçındığımız tüm Leylalar adına Leyla Taşçı’nın hikayesini dinledik kendi
ağzından. Leyla’nın hayatı uzak değildi ve aynı zamanda bir o kadar da uzaktı.
Oturduğumuz rahat koltuklarda ailesinden gördüğü şiddeti, patronunun
tecavüzünü, sevdiği çocuğun onu kullanıp kaçışını, düşen bebeklerini, doğan
bebeklerini, eşinin ona yaşattıklarını izleyerek, Leyla’nın patlama noktasına
ulaştık. Ayşe’yi babasının tokatlarından korumak için kendini pervane ederken
ruhen yaşadığı çöküntü ve korkunun etkisiyle kızına attığı tokatla sarsıldık.
Fakat hepsine seyirci kaldık. Kalıyoruz…
Nihal Yalçın, Leyla’nın hayatını tüm çıplaklığıyla
anlatırken bambaşka bir kadındı. Leyla’ydı. Seray Şahiner'in romanınından uyarlanan o güçlü metni sırtlayarak Leyla'nın ellerinde yükselmesini sağladı. Duygu sömürüsü yapmadan, yalın bir şekilde, yer yer acı acı gülmemize neden olarak, 90 dakika boyunca hiç duraksamadan hayatını
anlattığı Leyla Taşçı yorumuna bayıldım! Tiyatro sahnesine hakimiyetine de. Derken bir şey oldu. Nihal Yalçın’a ve oyun gücüne olan saygım daha da arttı.
Oyunun sonuna yaklaşmışız, salonda herkes pürdikkat Nihal
Yalçın’ı takip ediyor. O sırada arka tarafta iki kız selfie çekmekle meşgulmüş.
Arkamda kaldıkları için kim olduklarını görmedim fakat yüzü bize dönük olan
Nihal Yalçın gördü. Ve öyle ustaca bir manevrayla bu durumu oyununa yedirdi ki,
helal olsun!
Tiyatro salonlarında oyun başladıktan sonra çantalardan,
ceplerden çıkıp tuşuna basılmak suretiyle ışığı yakılan ve o karanlık ortamda
etraftakilerin dikkatini dağıtan cep telefonlarını sessize alıp iki saat uzak
kalamayanlar bir zahmet oyun izlemeye gitmesin. Tiyatroya gidiyor gibi görünmek
istiyorlarsa, fuaye alanında telefonlarıyla vakit geçirebilirler. Zaten o
sırada check-in’lerini de yapmış olacakları için ne kadar kültürlü olduklarını
vurgulamış olurlar. Çünkü cep telefonunun kapatılması ya da sessize alınması
gerektiği yerlerde bunu beceremeyenler, sahnede oyununu oynayan oyuncuları da
onları izlemeye gelen seyircileri de rahatsız ediyorlar. Ben, kimsenin
ekranından sızan ışıkla bakışmak zorunda değilim! Muhtemelen o iki seyirci,
Instagram hesaplarında “Kankamla tiyatro qeyfi!” diye paylaştıkları
fotoğraflarının alacağı beğeni sayısını düşünürken Leyla’nın hayat hikayesine
de odaklanamadılar. Madem o perdede oynayan oyundan alacakları bir şey yok,
paraları da ceplerinde kalırdı…
Antabus’a dönecek olursam… İzleyin. Hem Nihal Yalçın’ın muazzam
performansı için, hem de Leyla Taşçı’nın hayatına kulak vermek için izleyin.
Leyla’nın; bunun kızı, şunun eşi, onun annesi Leyla’nın… Sadece Leyla olmak
isteyen Leyla’nın hayatını… Ve bir de pembeden griye dönen hırkanın anlatmak istediklerini hissetmek için izleyin.