Kiralık Aşk: Ne oldu, hoşçakalamadık di' mi?

Kiralık Aşk: Ne oldu, hoşçakalamadık di' mi?
Merakla ve heyecanla 3 koca ay beklediğimiz, defalarca tahminler yapıp, gıybet gruplarımızda teorilerin suyunu çıkardığımız günler, haftalar, ayların sonunda nihayet beklenen gün gelmiş ve Kiralıkçılar dizilerine geçen hafta kavuşmuştu. Ama o da ne? Koca bir boşlukla başlamıştık diziye, bıraktığımız yerle ilgisi kalmayan bir zaman atlaması olmuş, herkes bir yerlere dağılmış, kiminin öfkesini, kiminin boşvermişliğini, kiminin hüznünü, kiminin yıkılmışlığını gördüğümüz bir bölümle 'Merhaba' demiştik sezona. Her yere yetişmeye çalışıyorduk, herkesin yeni hayatını anlamaya çalışıyorduk neler olmuştu da bu noktaya gelinmişti?
 
Bizi bir sene boyunca kendilerine bağlayan, attıkları her adımda, hatta aldıkları nefeste dahi kendimizden geçtiğimiz DefÖm’le bakalım önce bir başlangıca…
 
Ömer İplikçi... İlk bölümden sezon finaline kadar yaşanan, yaşatılan her şeyde onu anlayabilen ve hiçbir zaman öfke duyamayan, içine çekildiği ve ne olduğuna dair en ufak bir fikri olmadığı bu oyunda debelenip dururken tüm verdiği tepkilerde başından sonuna haklı olduğunu düşünen hatta oyun ortaya çıktıktan sonra vereceği tepkilerin (özellikle Defne’ye karşı ) hafifliğini bile nerdeyse tamamen doğru tahmin edebilen ben bile inanamadım bu derece değişimine. 

Bugüne kadar yaşadıkları sebebiyle bazı katı (Şükrü'ye göre dik'miş bunun tarifi) tavırları yüzünden kendini suçlamasını, Defne'yi kaybettiği için çektiği acıyla kendinde hatalar aramasını anlayabiliyorum. Çünkü bence de ortada bu kadar büyük bir olay ve darmadağın olmuş hayatlar varsa, suçu direk karşı tarafa yıkmak yerine insan biraz özeleştiri de yapabilmeli. Ama Ömer "herkes masum ben suçluyum" kafasına neden ve nasıl girmiş bu kadar, orayı anlamam mümkün değil. 

Zira senin duvarları olan, yalan konusunda oldukça hassas olan, Defne'ye çok uzun zaman önce dediğin gibi 'İnsanlara güvenmek benim unuttuğum bir şeydi, ta ki seni tanıyana kadar' minvalinde defalarca  konuşmalar yapan bir adam olduğun ezelden beri biliniyordu Ömer. Dolayısıyla ‘Ama canım sende çok diksin ve korkunçsun’ şeklindeki avunma, sana bir sene boyunca oyun oynanmasını, kandırılmanı, üstelik bir sürü insanın da buna dahil olmasını haklı kılmadığı gibi, kimseyi aklamıyor da.

'Aşkın karşısında hiçbirinin hükmü yok' dedin ama kendi doğrularının, inandıklarının önüne koyup, kendinden bu kadar vazgeçercesine, kendisini komple haksız ve suçlu bulman açıkçası bana 'fazla' geliyor iki bölümdür. Öfkenin yerini zamanla başka şeyler alabilir, sakinleşirsin, sinirlerin yatışabilir ama yaşananlar neticesindeki kırgınlığın telafisi bu kadar kolay olmamalıydı. 

Bölümün es geçemeyeceğim bana normal gelen tek şey, Neriman'la olan repliklerinden, enerjisine, oyunculuklardan, verdiği duyguya kadar ayakta alkışlanası o sahneydi. Yukarıda da belirttiğim gibi benim oyun ortaya çıktıktan sonra beklediğim Ömer tepkileri zaten büyük öfke patlamaları, intikam oyunları gibi ağır ve ne Ömer’e ne de Kiralık Aşk'a yakışmayacak dozaj değil de, Neriman'la olan konuşması gibi kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, yaşadıklarını, yaşayamadıklarını, hayal kırıklığını kendini ifade ederek konuşan ve yaralarını sarmaya çalışan Ömer'di. Ama sadece Neriman'a gösterdiği sert tavır ve Koray’la arasına koyduğu soğuklukla değil, Sinan'a da, Defne'ye de ilk etapta gerekli tepkileri göstererek yaklaşmasını beklerdim. 

Oyunu ortaya atan, her şeyi planlayan evet Neriman'dı. Sadece yapabildiği için Defne’ye zulmeden de Neriman'dı. Evet belki herkesten daha çok suçluydu, ama oyuna dahil olan ve onca yaşanana, gelgitlere, imkana rağmen bu sırrı son ana kadar saklayanlar, Defne ve Sinan'da dahil olmak üzere asla masum değildi. Bu yüzden Ömer'in bir sene boyunca "her gün" düşünüp, sonunda tüm suçu kendine yükleyip, hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi, gittiği için onlardan af dilemesi benim tanıdığım Ömer'e hiç benzemiyordu. 

Bu karmaşa içinde görebildiğim bir şey daha vardı. O da, yengesine karşı sadece kendi çektiği acıyı değil, Defne'ninkini de savunan; -her zamanki gibi- sadece kendini değil Defne’yi de düşünmekten  vazgeçmeyen, onu koruyup, kollayan, aslında çok önce 'biz' olmanın ne demek olduğunu anlamış ve hala içten içe 'biz' olmaktan vazgeçememiş, aşkının büyüklüğünü defalarca farklı şekillerde gördüğümüz, (her ne kadar kendisi yüreğinin o kadar büyük olmadığını düşünse de) kocaman yürekli bir adamdı...


Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER