Bir Defne Topal Savunması

Söyleyin bakalım sizi yarı çıplak ilk kez karşısında gördüğü an yüzünde beliren o şaşkınlık sizce oyun olabilir mi?
 
Peki, günlük programınızı anlatırkenki içtenliği, rahatlamak adına arabada ayakkabılarını çıkarması ya da ofiste size telefon bağlarken yaptığı o hatalar? Hangi kadın bir erkeği kendine aşık etmek için bu kadar küçük düşüp salaklıklar yapmayı yeltenir ki?
 
Girdiği oyundan başarıyla çıkmak isteyen sahtekar bir kadın, kandırması gereken erkeğe daha ilk günden evinde çiçek beslemekten bahsetmez, etrafındayken onun ortağıyla dans etmez, deli divane iş peşinden koşmaz, bir hata yaptığında küçük bir kız çocuğu gibi utanarak, “bir insanı ya uyurken ya da gülerken tanırsınız” gibi sözler dile getirmez, ters davrandığında hemen sert çıkmaz ya da kendisine ayakkabı aldığında mutluluktan uçup sarılmaz. Hatta tüm bunları bir kenara bıraktım yanında yokken arkasından “Bu adamın on tane çocuğu olsa dünya kurtulur” ile “Bunu gerçekten de takacak kız kim acaba” sözleri içtenliğinin en güzel kanıtıdır bence. Sonuçta hangi “Bir erkeği tavlamanın on yöntemi” yazısında bunlardan birine rastladınız daha önce? Genellikle erkek tavlamak için önerilen yöntemler biraz daha baştan çıkarıcı oluyor. Akıllı ve düzenbaz bir kadının bunun için gideceği yolun en güzel örneği Yasemin’dir. Ondan yaptıkları için “Defne işte” demekten başka bir şey düşmez bize.
 
Ömer İplikçi’nin hayatına yengesinin ayarladığı diğer kızlar gibi bir randevu yerine torpilli özgeçmiş göndererek giren Defne’nin giriş şekli dışında her şey aslında gerçekti.  Sonuçta bir erkeğe hoşlandığını bir tencere dolma ve çiçek fidesi alarak gösteren bir kadının hisleri hakkında aksi düşünülemez. Üstelik bu kadın bornozla yakalandığında utanan, kıskandığında trip atmaktan çekinmeyen ve küçükken yıldızlara bakıp “Ya eşsizsek, ya bu koca evren hepimizi eşit derecede seviyorsa, ya hiçbirimizin hayatı aslında diğerinden daha önemli değilse, ya biz bir yıldız oluyorsak” düşünen biri. Şimdi “tüm bunları beni aşık etmek için yaptı ya da söyledi” demek biraz acımasızca olur. Kendisi o kadar bu oyunun bir parçası olmaya müsait değil ki; ilk içki içip kontrolü elinden bıraktığında: “Ömer bey benim size bir şey itiraf etmem lazım, siz bunu hiç hakketmiyorsunuz, ben size her şeyi söyleyeceğim” diyebiliyor. İşte müvekkilim Kuşadası’da Ömer İplikçi ile yaşadığı o gece aslında hiçbir zaman bu oyunun parçası olmak istemediğinin ilk ipuçlarından biriydi. Kendi duygularıyla yüzleştiği o ilk anlardan itibaren kendisi hiç durmadan hata vermeye başladı dengesiz hareketlerde bulunarak. Çünkü müvekkilimin içine aşk kıvılcımı düşmüştü. Onun uğruna yaşayıp, belki bir bulut tutar diye kendini sırt üstü uçurumdan aşağı bırakmaya karar vermişti. Ama işte ne zaman kendini bu aşka bırakmak istese hemen birileri ona gerçeği hatırlatıp hevesini kursağında bırakmıştı.


 
Örneğin; en sevdiği hikayenin ilk baskısını almak için müvekkilimin tüm İstanbul’da sahaf sahaf gezdiğini ve kitabın parasını ödeyemediği için sahafın raflarını temizlediğini biliyor muydunuz? Ancak daha sonra Neriman hanımın onun gerçek duygular beslediğini fark edip “sen kim, Ömer kim” demesiyle bu hediyeyi vermekten vazgeçtiğini. Hep merak etmiştiniz değil mi, o kitabı neden kendisi yerine Yasemin’in verdiğini. İşte nedeni buydu. Oysa tek amacı Ömer İplikçi’yi kendine aşık etmek isteyen kadın bu kitabı vermekten vazgeçmezdi. Çünkü bu bir kalbi tam 12’den vuracak türdendi. Ama işte o pek stratejik olmadığından hemen yenilgiyi kabul edip hevesle aldığı hediyeden vazgeçmiş ve hoşlandığı adamın başka bir kadınla gitmeye niyetlenmesinin arkasından gözyaşı dökmek zorunda kalmıştı.
 
Keşke bu doğum gününe dair tek acı hatırası bu olsa... Ertesi gün Ömer İplikçi’nin “ofis içinde aşk ilişkilerine sıcak bakmıyorum” sözünü kendisi yanlış anlamış ve bu sözün etkisiyle Gurur ve Önyargı hakkındaki doğruyu öğrenip mahalleye gelen Ömer beyin karşısında tıp oynamak zorunda kalmıştı. Oyundan bahsetmeden nasıl anlatabilirdi sonuçta kitabı neden Yasemin’e verdiğini. Üstelik karşısındaki önceki gün keskin sözleriyle kendisiyle arasına duvarlar örmüşken... En kolayını yapmıştı istifa ederek. Tek amacı bir erkeği tavlamak olan bir kadın sizce istifa eder mi, hadi söyleyin! Tabii ki hayır. Amacını hayata geçirene kadar bulunduğu yere kazık çakar. Gidip evindeki bardakları hele hiç kırmaz ya da istifasından vazgeçmesi için binbir yolu deneyen adamı ise “ayrılması zor olacak ama öğreneceğim” diyerek reddetmezdi. Kalıp savaşıp oyunu başarıyla sonuçlandırmak yerine yenilgiyi kabul edip kaçmayı seçmişti. Ama işte aşktan kaçılmıyordu. Bir anda ondan uzak kalma düşüncesi kalbine saplanmış ve Ömer İplikçi’nin ortağının asistanı olmayı kabul etmişti. Ve bu hareketiyle müvekkilim cevaplanamayacak bir soruya neden olmuştu? Onu anlamaya çalışan Ömer İplikçi’ye tek cevabı “yapamam, soru sormayın ne olur. Yemin ederim elimden bu kadarı geliyor, ben de böyle olmasını istemezdim” olmuştu. Ancak o da kalbiyle mantığı arasında gidip gelirken bir kıskançlıkla tüm duygularını ifşa etmişti: “Feryal hanım nerede?”
 
Ve bir aşk başlamıştı. Müvekkilim küçük de olsa bir sinyal alan Ömer İplikçi bu aşk için defansa geçti. Ofis içinde sıkıştırmalar, onu üzenlere karşı sert eleştiriler ve son olarak da mahalleye giderek aşk itirafı: “Ya yalnız değilsen, ya birlikte düşeceksek uçurumdan. Korkma, ben eminim artık!” Söyleyin hakim bey, hala emin misiniz? O günkü büyük sözlerinizin arkasında mısınız? Uçurumdan aşağı düşmeye ya da kontrolsüz bir arabada gitmeye devam edecek misiniz sevdiğiniz kadınla yoksa bu aşka olan inancınızı tazelemek için daha çok delile ihtiyacınız var mı? Eğer sizi azıcık tanıdıysak, bu anlattıklarımın yeterli olmadığına eminim. Zaten de asıl hikaye sizin bu itirafınızla başlamadı mı? Bu aşka dair yaktığını yeşil ışıkla birlikte müvekkilim Defne Topal’ın sizin şu anda yaşadığınız gibi sürekli mantığıyla kalbi arasında savaş vermesine neden oldunuz. Bir yanı sizle mutlu olmak isteyip kendi hayatın akışına bırakırken diğer yanı ise “Her şey bir oyunla başladı. Bir gün gerçekleri öğrendiğinde beni terk edecek, o bunları hakketmiyor” diyordu. İşte bundandı dağ evinde geçirdiğiniz anlarda yaşadığı her şeyin rüya gibi gelmesi ya da siz uyurken yüzünüzün her santimini ezberleme isteği.­ Çünkü biliyordu bir gün terk edilecekti, hazırlık yapıyordu o terk edileceği an için siz her ne kadar “hiç ayrı kalmayacağız, sen o güzel aklını bunlarla yorma” demiş olsanız da... Sonuçta kendisine sürekli gerçekleri hatırlatan bir patronu vardı: Neriman İplikçi. En mutlu anlarından birini yaşarken hemen kendisine anımsatmıştı evlendikten sonra sevdiği adamı terk etmesi gerektiğini...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER