Tek başına bir Ömer…

Defne şimdiye kadar Ömer'den pek çok şey sakladı, oyunlar oynadı ve hepsi için "Defne'nin bir bildiği vardır" diye düşünmesini istedi Ömer'den. Ama Ömer'in kırmızı çizgilerini, hassasiyetlerini bilen Defne,  "Ömer'in bir bildiği vardır" diyemedi. 48. bölüm sonu-49. bölüm başındaki sahnede, Neriman'ın Ömer'i dedesiyle kahvaltıda buluşturma kumpasına engel olmaya karar verdiği zaman gerçeği söyleseydi Ömer'e, böyle olmayacaktı belki de. Oysa bir oyunu bozmak için bir başka oyun oynadı Defne. "Yengen seni dedenle bir araya getirmeye çalışıyor, beni de alet ediyor" demek bu kadar zor olmasa gerek. Neriman'ın "Ömer'e her şeyi anlatırım" şantajının işe yaramasını ise asla kabullenemiyorum. Etrafındaki herkes bu sırrı bilirken, bir kısmı serseri mayın misali ortalıktayken ve hatta oyun kurucunun bizzat kendisi bunu bir şantaj malzemesi haline getirmişken bu rüzgarda savrulmak niye? Eninde sonunda bir gün anlatacağın sırrı daha fazla saklamanın anlamı ne?
 
Yanlış anlaşılmasın, senaristi eleştirmek için yazmıyorum bunları. Aksine, Ömer'i de Defne'yi de son derece tutarlı bir biçimde kaleme alıyor olmasını alkışlıyorum. Dolayısıyla sürekli olarak bir şeylere "mecbur kalan" Defne'ye kusuyorum bütün öfkemi. Şimdiye dek fazlasıyla göz ardı edilen bu halinin üzerine gidilmesinde çokça fayda görüyorum. Kendi kararları doğrultusunda yürüyen bir Defne'nin, oyunu öğrenen Ömer karşısında güçlü durabilmesinin tek yolu bu.
 
Ömer küçükken de kaçar gidermiş, şimdi de kaçıp gidiyor, yani hiç büyümemiş biçiminde yorumlar gördüm. Ben aksini düşünüyorum, Ömer çocukken de dayatmalara karşıymış, şimdi de öyle. "Büyükler diye hep onların dediği mi olacak?" diyen küçük Ömer de mantıklı bir açıklama peşindeymiş, büyümüş Ömer de öyle. İso'nun, "Gençlik işte, hep bildiğini sanır gençler" lafı için dedeye verdiği ayar gibi, "Yaşını almışların düştüğü en büyük hatadır her şeyi bildiğini sanmak. Neticede hepimize tek bir ömür biçilmiş, yaşadığımız tek ömürden de her şeyi bilemeyiz, her şeyi göremeyiz, değil mi? Ama işte, demek böyle uzun uzun yaşayınca insan, çok biliyorum sanıyor."
 
Ayrıca neden hep Ömer eğilip bükülmek zorunda? Madem herkes kabul ediyor adamın dosdoğru olduğunu, onun gibi doğrulmak yerine onu eğmeye çalışmak niye? Bu hali bir kusursa eğer, ki bence de öyle, kendi kusurlarımızı göz ardı edip onunkine yüklenmek niye?
 
"Kirlenmek güzeldir" demiştim aylar önce, eğer Ömer kirlenmeyecekse mutlu son olmasın demiştim hatta. Aradan geçen zamanda Ömer bir nebze olsun kirlenmeyince -kirlenmekten kastım hata yapmak değil, elbette Ömer'in de hataları var- Defne'nin bu oyunlardan, planlardan temizlenmesini beklemeye başladım. Ama Defne gittikçe daha çok kirlendi, daha çok eğilip büküldü. Çünkü kendi hayatının iplerini tümüyle kaptırdı Defne, üstelik sadece Neriman'a da değil; biraz Ömer'e, biraz Yasemin'e, biraz Nihan'a, hatta Fikret'e ve Deniz'e… Oysa o 45 kilo haliyle kapıya dayanan tefecilerin üzerine atlayacak kadar yürekli bir Defne'miz vardı… Ömer'in değişmesini beklerken Defne'nin de güçlenmesini istemek çok mu şimdi?
 
"Aşk birine seni mahvetme yetkisi vermek ve bunu kullanmayacağına güvenmektir."** Aşkın en sevdiğim tanımlarından biridir bu cümle. O yetkiyi bir tek sevdiğinize verirsiniz, çünkü bir tek onun elinde güvende olduğunuzu bilirsiniz. Kullanmayacağını bile bile verirsiniz, çünkü her şeyinizle ona teslim olmadan olmaz aşk. Ona bu yetkiyi verdiğinizi de ancak o kullandığında anlarsınız, bir yandan da, aslında güvende olmadığınızı… Ömer de Defne'nin elinde güvende olmadığını anladı belki. O yetkiyi Defne'nin elinden almak için değil, güvende olmadığı hissiyle beraber o yüzük ağır geldiği için çıkarttı alyansını bence. Güven yaratamayan değil de güvenmeyen suçlu oluyor ama, her nedense…
 
Sonuçta, izlemeyi en çok reddettiğim konudan en sevdiğim bölümlerden biri çıktı. Ve Ömer o kadar az konuştu ki -hep olduğu gibi- ben bazı sahnelerde ekranın içinden geçip bunları bağırmak istedim Ömer'in çevresindekilere.
 
Tek başına bir Ömer bütün dünyaya adalet getiremez belki, ama kendi küçük çevresinde, kendi hayatını adil bir biçimde sürdürebilir. Ve size bir şey söyleyeyim mi? Tıpkı adaletsizlik gibi, adalet de bulaşıcıdır, yayılmacıdır. Ömer kendi hayatından başlar belki ama onu kuşatıp sınırlandırmaya çalışmazsanız adalet size de sirayet eder.
 
*Guillaume Musso, Seni Bulmaya Geldim
** Murat Menteş, Ruhi Mücerret
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER