Yazının başlığına dönersek, buraya
kadar hep şafağın öncesindeki karanlıktan bahsettik. (Bu arada başlığa ilham
olan cümle, Florence + The Machine’in şahane şarkısı Shake It Out’da geçiyor,
şiddetle tavsiye edilir.)
Sema’nın Taşkafa’ya kelime-i şehadet getirtecek bir
şekilde en umutsuz anda ortaya çıkmasıyla o bitmek bilmez günün gecesi
aydınlanmıştı adeta. Özellikle Sefer için. Kimseye aldırmadan Sema’ya sarılıp
bırakamamasıyla biz de çocuklar gibi şen hissetmiştik. ^.^
"Az konuşalım mı?"
"Bize mevzu mu yok be güzelim?"
^.^
Her daim yanındayken Sema’ya
yaklaşamayan, hayattayken Sema’nın ölümünü yaşayan Sefer, Sema’nın peşini bir
daha bırakmayacağını hemen göstermişti zaten. Bir an önce konuşmak, içini
dökmek istiyordu. Sonunda o çok istediği baş başa ocakbaşı sohbetini
yapabileceklerdi böylece. Rakı, Sema’nın güzelliğine güzellik katarken, Sefer
kararlı ve sebatlı haliyle bizi hayal kırıklığına uğrattığı tüm o anları
unutturuyordu.
"Ben burdayım Sefer. Benim yerim yurdum belli."
Sefer: Lafı dolandırmadan
soracağım: Biz ne olacağız?
Sema: Biz? Biz ne zaman “biz”
olduk ben kaçırmışım?
Sefer: Aha şuraya
yazıyorum. Yüz bin sene kaçsan, yüz bin sene peşindeyim. Ha dersin ki benim
gönlüm başkasında, yapacak bir şey yok, biz de yolumuza bakarız. E onu da
demiyorsun?
Sema: Bilmiyorum Sefer. Bir
şey var ama ben, adını koyamıyorum.
Sefer: Ya bi’ yamuğumuz
varsa söyle düzeltelim. Tamam, senin yanında cahilin cühelanın tekiyiz.
Aslımızı hiçbir zaman inkar etmedik. Ama burda bir yürek var, bin tane
kütüphane, yüz tane diploma eder. Bizim sermayemiz de bu. Anladın?
Sema: Ondan hiç şüphem yok.
Bana biraz zaman ver.
Sefer: Verecek zaman yok
Sema. Ben onu bugün anladım. Zaten öldün diye aklım gitti.
Hayat bazı şeyleri beklemek için çok kısa. O bazı şeylere cesaret de yüksek
lisans yapmış Semalar’dan çok lise terk Seferler’de olabiliyor çoğu zaman.
Olsun ama, Sema da bir adım atmış, Sefer’in elini tutmuştu işte sonunda. Bence,
bu iş olmuştu.