Sema portakallara rağmen bir şey anlamıyor. Belki de anlıyor
ama anlamak istemiyor. Biraz zalim mi ne? Bahri Baba âşığın halinden anlar diye
güç bela kapısını çalıyor Sefer. Daha kimi sevdiğini bile söyleyemeden, bir
darbe de babadan yiyor: “Sen, sende olduğun sürece âşık değilsin.” Sefer
gözleri dolmuş bir şekilde Baba’nın odasından çıkıp, üstüne şen şakrak Sema’yı
karşısında görünce “Vurmayın adam öldü.” diyesimiz geliyor. E bu adam biraz
önce mekân basıp adam öttürmüştü tekme tokat. Bu incelikler nereden geliyor? İşte bu
insani zaafları evlat olsa sevilmeyecek adamları sevilesi yapıyor.
%2,5 şansa verdim gitti!
Peki Sema da sevebilir mi Sefer’i onun istediği gibi?
İmkânsız aşk algoritmasına soruyoruz. Daha doğrusu Poyraz soruyor Seferler
cevaplıyor. Cins bir kadın bu Sema. Ama kağıt üstünde gerçekten de dengi değil
sanki. Sorbonne nire, Endüstri Meslek nire? Frankofoni nire, Kapalıçarşı
İngilizcesi nire? Yine dalga konusu olsa da, algoritma sonucu olan %2,5 şansa da
seviniyor gariban Sefer. Umut fakirin ekmeği.
Hasta mıydı acaba? Eh, onun gibi bir şey.
Umut etmek iyi güzel de, icraate bir türlü geçemiyor Sefer.
Koskoca 11 bölüm geçiyor, tek kârı Sema’ya yine kendini dolaylı yoldan
anlatmaya çalışırken Zülfikâr’ın gizlice çektiği fotoğraf oluyor. O kadar
İtalyan restoranı lafı geçince heyecanını gizleyemeyen Sema’yı ne yapacağız
peki? Hâlâ renk vermiyor ama. Dur bakalım film nerede kopuyor?
Heyecanlı haliniz gözlerden kaçmadı Avukat Hanım.
Devam edecek…