İlk bölümden izlemeye başlamışız Poyraz Kareyel’i. Yavaş
yavaş karakterleri tanıyoruz. İlk bakışta Sefer’in ya da Zülfikâr’ın pek farkı
yok alışageldiğimiz mafyatik tiplerden. Benzer koyu renk takım elbiseler
içinde, sakallı-bıyıklı, böğürleri açık, kara yağız ağır abiler, ellerinde
tespihler, bellerinde silahlar. Ama nasıl insanlar olduklarının ipuçları da
verilmeye başlanıyor yavaştan. Zülfikâr polisleri sevmiyor mesela, “Çarşı”
diyor daha ilk sahnelerinden birinde, biraz da çok konuşuyor sanki. Sefer ise
tam tersine, ketum. Öyle ki bölümün üçte biri geride kalırken sesini bile
duymuyoruz. Ama bakışlarıyla konuşmaya başlıyor. Daha ilk sahnesinde iş
bitirici ve çekici hali ile radarımıza giren Sema’ya da, bakış atıyor
çaktırmadan, ama renk vermiyor, zaten hemen kaçırıyor bakışlarını, sanki
çekiniyor. Anlıyoruz ki Baba için çok önemli ikisi de. Baba da onlar için.
Sefer’in ilk repliği “Sen merak etme baba.” oluyor mesela.
Ardına bakmayan seksapel
Şapşal şapşal bakakalmak
Bahri Umman ve ailesinin sert ve acımasız dünyalarının
içindeyiz artık. Ama anlıyoruz, köşeli bir sertlik değil bu. Sefer ve Sema da
tamamen siyah ya da tamamen beyaz değiller.
Sefer önlerinden bir hışımla geçen Sema’nın ardından bakakalırken,
Taşkafa “O iş yaş abi, boşuna uğraşma.” diyor. Anlıyoruz ki bir gönül meselesi
var, hem de en zorlusundan. Bütün o karizması çiziliyor Sefer’in arkadaşlarının
yanında, görünen o ki çizileceği de arkada.