Duyguları anlamlandırmak betimlemekten daha zor. Mesela
sevmek. Bir şehri, bir insanı, bir kitabı, bir filmi çok sevdiğinde bile nedenlerini
açıklamaya gelince zorlanıyor insan. Yani “Neden başkası değil de o?” sorusunun
illa ki cevap ya da cevapları vardır ama o cevapları bulmak her zaman kolay
olmuyor. En azından eylemin kendisinin (mesela sevmenin) yanında çok basit ve
de yavan kalıyor.
Neden böyle bir giriş yaptım peki? Geçenlerde üniversiteden
bir arkadaşımın arkadaşı engin (^.^) Poyraz Karayel bilgilerime danışmak için
bana ulaştı. Zira bizim dizi doktora tezlerine bile konu olmuş. Yaklaşık iki
saatlik mülakat sonrası ben de daha evvel de düşündüğüm ve zaten hakkında daha
detaylı yazmak istediğim Sefer-Sema ilişkisi ve bu aşkın ben de dahil bir kısım
izleyici tarafından neden çok sevildiğinin nedenleri üzerine tekrar düşünmüş
oldum.
Ama dediğim gibi, duygular söz konusuysa nedenleri
sıralamak pek de sevimli bir iş değil.
Duyguları en iyi, uyandırdığı başka duygularla anlatabiliriz belki. Bunun da en
estetik yolu sanat, edebiyat sanırım. Maalesef o kadar yetenekli değilim ama bazı
sanat eserlerinden de yardım alarak, elimden geldiğince bu yarım kalan ama
hafızalarımızda ve kalplerimizde sağlam bir yer edinen aşk hikâyesini anlatmaya
çalışacağım.
Lakin nasıl anlatsam diye düşünüp eski bölümleri
hatırladıkça da bunu tek bir yazıya sığdıramayacağıma kanaat getirdim. Bu
sebeple en başa dönüp Sefer’in bir türlü söyleyemediği aşkına değinmek istedim
öncelikle.