Belli ki akşamları daha zor geçiyor tüm platonik takılanlar
gibi Sefer için de. Umutsuzluğa düşüp unutmak da istiyor belki sık sık. Zira neyse
ki dertleşebildiği Zülfikâr ve Taşkafa’ya dediği gibi “O pas gelmiyor aga.” E
bu da ciğer takdir edersiniz ki. Sema başka sevenler için efkarlanıp rakıları
yuvarlarken Sefer içli içli Sema’ya bakıyor. Zaten Sefer hep Sema’ya bakıyor,
hiç bıkmadan Sema’ya bakıyor, ne de güzel bakıyor. Fakat ne Sema Sefer’in
içinden geçenleri fark ediyor, ne Sefer ara ara niyetlense de bir türlü cesaretini
toplayıp anlatabiliyor.
Konuşayım di mi lan?
Sefer ilk kez sesini yükseltir.
Sema yakın markajda.
Fakat ufacık hareketleriyle umut vermiyor da değil. Hem bize
hem Sefer’e. Sema yine yalnız başına evine girerken kapısında Sefer’i görünce
şaşırıyor. Doğrusu biz de şaşırıyoruz onunla birlikte. Galiba bu defa dökecek
artık içini diyoruz. Yine olmuyor. “Arkadaşlar arasında olur böyle.” diyor
Sema, arkadaş kelimesini duyunca Sefer’in içinde bir şeyler kırılıyor, sanki o
kırılan şeylerin sesi bize kadar geliyor. Ama olsun, portakallarımız var,
portakal, mandalina, kivi, C vitamini. Bundan romantik jest olur mu? Sefer
klişeleri çok tatlı bir şekilde alt üst ediyor. Ne olur ne olmaz diye elinde
sakladığı papatyanın yere düşüşünü de görünce, daha çok üzülüyoruz haline.
İnce düşünceli aşık Sefer
Umut verip ters köşe yapan Sema
Aslında çiçek de almıştı.