Şimdi
burada başka bir parantez açalım ‘kahramanın yolculuğunda’: Verdiği röportajlarda
kendisinden “sorunlu, yalnız, anılarla
dolu, yaralı ve kafası karışık biri” diye bahseden Marlonun çapkınlıkları
için yaptığı, “kadınların biri kapıdan
girerken diğeri pencereden çıkıyordu..”, “kişiliğimin canavar yüzü, mantıklı ve ahlâklı olan ne varsa yedi yuttu..”
açıklamalarına bir de başka bir yerden bakalım.. Şu da onun sözleri meselâ: “Sevilmediyseniz, sevgiyi tanımadıysanız,
nerede bulacağınızı bilemezsiniz.. Neye benzediğini, nasıl koktuğunu
bilmediğiniz sevgiyi en olmadık yerlerde ararsınız.. Benimki de öyle bir şeydi
herhalde..” Marlonun kadınlara karşı duyarsız olduğunu düşünenler,
kırılganlığını saklamak için kuşandığı zırha bakıyorlardı muhtemelen..
Sevmediği,
aşık olmadığı hiç bir kadınla evlenmemiş, evlendiği kadınların hepsini de çok
sevmiş Marlon.. Çocuklarının sevgili ortamlarda büyümesi için de elinden geleni
yapmış; becerebilmiş mi, siz karar verin: En büyük oğlu Devi, en büyük kızının sevgilisini
vurup öldürmüş, kız da bunun üzerine intihar etmiş meselâ.. O zamanları “Evime ıstırap düştü” diye anlatıyor
Marlon. Bir daha da kendine gelememiş..
“Keşke
tutkuyla bağlı olsaymış aktörlüğe” dedik ya yukarıda bir yerlerde; bize bunu
söylettiren Marlonun şu cümlesi oldu: “Daha
iyi yapabileceğim başka bir şey olmadığı için aktörlük yapıyorum”.. Ya da
şu: “Bugün Hollywoodda oluşumun tek
sebebi, teklif ettikleri parayı reddedecek cesarette bir kişiliğe sahip olmayışımdır..”
Hatta şu: “Gazoz şişesi depozitolarını biriktirir sinemaya giderdim. Aktör olmayı,
izlediğim filmleri daha gerçekçi kılmak için istedim aslında..” Bu sözlerde
aktörlüğe dair aşk ya da tutku göremezsiniz; hemen hepsi bir tür görev
bilinciyle söylenmiş sözler..
Her
şeye rağmen, elinin tersiyle yaptığı bir işte bile efsane olmayı başarmış bir
adamdan bahsediyoruz burada; genel kabul gören sinema anlayışı yapış yapış
yapmacıklık kaplıyken, daha ‘50li yıllarda, yani daha bu sinemasal gerçekliğin
esamisi okunmazken “Mısır patlağını
ağızlarına götürürken kalakalsınlar!.. Ağızlarındaki lokmayı çiğnemeyi unutsunlar!..
Bunu sağlayacak olan perdeden taşan gerçeklik hissidir.. Sinema bunu vermeli
seyirciye!” diyecek kadar da konusuna hâkim bir sinemacıydı bu adam.. Şahsen
diğer filmleri için söyleyemeyeceğim, ama The
Godfather filminde “Baba” bir örneğini verdi de gitti bu dediğinin..
İyi
ki gelmiş, mümkünse yine gelsin..
"Efsane balerin Ulanovaya sormuşlar ‘Hayatta en çok
istediğiniz şey nedir’ diye, ‘bir dakikalığına bile olsa’ demiş, ‘dansımda
mükemmel olmak isterdim’.. Benimki de o hesap işte..” M.Brando
Yazı devam ediyor...