1945
senesi yapımı tiyatro oyunu Arzu Tramvayından, 1972 senesi yapımı Baba filmine
kadar geçen yaklaşık otuz sene boyunca[6], “geldiğimde aklım ve çorabım delikti” diyen ama aslında ruhundaki
koca deliği kasteden yaralı bir delikanlının, o deliği milyonlarca insanın gözü
önünde onarmaya çalışmakla geçirdiği sıradışı bir hayata tanıklık etmiş dünya..
Ve bugün halâ bir Marlon efsanesinden bahsediliyorsa, belli ki bundan ziyadesiyle
bahtiyar olmuş..
Aslında
yazı burada bitti.. Söylemek istediklerimin çoğunu söyledim.. Bundan sonrası
biraz özel hayat, biraz politika, biraz dedikodu.. Vakti olanları şöyle alalım:
Bi
Oscar versem? + İstemez, 15 sayfalık korsan bildiri var elimde, bitirmeden şurdan
şuraya gitmem!
Stella
Adlerin koçluğunda Marlon, Rus tiyatro kuramcısı Constantin Stanislavskynin
metod oyunculuğu denen yöntemiyle tanışmıştı.
Stanislavsky, kuramını, insanın hayat tecrübesinin aktörlüğünü desteklemesi
üzerine kurmuştu. Marlonda bu durum, çift yönlü çalışmış; evet, hayat tecrübesi
aktörlüğünü yükseltmiş, ama aktörlük tecrübesi de insan olarak duruşunu
etkilemiş Marlonun.. Konuyu aktörlüğünden uzaklaştırmamak için Martin Luther
King ile miting konuşmaları yapacak kadar siyah haklarını, The Godfather ile
kazandığı Academy ödülünü, o günlerde vuku bulan meşhur
Wounded Knee operasyonu gerekçesiyle reddettiğini deklare etmeye
Sacheen Littlefeather adlı bir Apaçi
kadınını gönderecek kadar da yerli haklarını önemsediğini ve bu uğurda ateş
altında mücadele etmekten
[4] çekinmediğini aktarmakla yetinelim.
James
dedim, gelme peşimden ben de kayboldum dedim, dinlemedi. O zaman dedim, günah
benden gitti..
A Streetcar Named Desire oyunu ile başlayan ve hemen
ardından oynadığı filmlerle pekişen şöhreti, henüz otuzlu yaşlarının başındaki Marlonu,
hepsi birbirinden güzel kadınların ve birbirinden yakışıklı erkeklerin kucağına
atıvermiş.
Bugün
özgürlükçü bildiğimiz, ama aslında fena hâlde muhafazakâr Amerikan toplumunda,
hele de daha ‘50li yıllarda, “Kadınlarla
olduğu kadar, Hollywooddaki birçok aktör gibi benim de erkeklerle ilişkilerim
oldu elbet” diyebilecek cesaretteki Marlon –göbeğini de ben kestim sanki
adamın–, o yaşlardaki her erkek gibi çapkınlıklarını “bir yerden sonra kararları aklın değil penisin alıyor” ve “tohum saçmak erkek milletinin genetiğinde
var, ben de elimden geleni ardıma koymuyorum” klişelerine bağlamış. Ama
dediğini de yapmış; bilindiği kadarıyla
üçü evlatlık olmak üzere toplam on yedi çocuk ve otuzdan fazla torun[5]
sahibi olmuş..
Yazı devam ediyor...