Hatta genele
uymamaya devam edin, ve örneğin yan salonda herkesin bas bas bağırdığı -ve
ormanda boz ayının Leonardo DiCaprio’ya
saldırdığı sahnenin çekim arkasını izlemeyeni dövdükleri- The
Revenant duruken, tercih etmesi zor bir seçenek olsa da değişiklik
yapıp The Big Short’u da görün
mesela. Yalnız salona girmeden; Steve Jobs için az evvel yazmayı yeni
bitirdiğim “zor film” tanımını alıp 3-4’le çarpmayı unutmayın... Tamam,
teslim! Amacım şuncacık alanda kısa devre yaptırıp devrelerinizi yakmak değil
^. ^
Ve fakat şunu yine de sormak isterim: Pantolon cebinizden
çantalarınızın içine kadar hayatınızın muhtelif yerlerine küçük elmalar bırakan
Steve Jobs kadar; bu gün içinde yaşadığımız ve son 10 yılın irili ufaklı pek çok
krize gebe kaygan makroekonomik ortamı yaratan; henüz çok da geçmişin tozlu
sayfalarına gömmediğimiz global finansal krizin çıkış aşamalarına tanıklık
etmek sizce de çekici bir fikir değil mi? Hiç bakılmamış tarafından, hiç
bakılmadığı şekilde üstelik.
Evet; yine
sübjektivitenin arşa çıktığı bir noktadayız sevgili okuyucu. Çünkü mesele şu: 2008’de
Amerikan emlak piyasası ‘balon’unun patlamasıyla başlayan ve domino taşı gibi
tüm dünyayı etkisi altına alan finansal ve akabindeki global ekonomik kriz;
beni konu olarak anlam veremediğim bir ölçüde ekrana/beyazperdeye kilitliyor.
‘Televizyon filmi’ klasmanında yapılanlar dahil olmak üzere 2000’lerin sonunda dünya üstüne
kara bulut gibi çöken bu ekonomik kriz hikayeleri üzerine yapılmış kaç film
varsa, hepsini kaç defa izlediğimi bilmiyorum. Ve ben, finansçı ya da ekonomist
değilim. Kafam bir broker’dan çok Jobs’un pazarlama yaveri Hoffman’ın
yaptıklarına daha fazla basıyor. Buna rağmen, belki de bilhassa bu sebeple;
işin sonunda milyarlarca insanın cebine -reel anlamda!- elini sokan ekonomik
kriz ve bu süreçte ama küçük, ama büyük rol oynayan tüm partilerin yaşadıkları, sebep oldukları izlemesi adeta büyülü bir dünyaya işaret ediyor.
The Big Shot, şartlar farklı olsaydı krizde büyük rol sahibi olabilecekken rolleri küçük
dünyalarının sınırlarına takılı kalan karakterlerin draması. Hikaye 2000’lerde "Amerikan Rüyası” toz pembenin en güzel tonunda uçuşup giderken; zengini, orta
direği, fakiri hayallerindeki pembe panjurlu eve (veya bunun Amerikan
versiyonu olarak banliyödeki iki katlı geniş bahçeli, tahta verandalı evine)
bir takım onlarca yıllık mortgage’lara girmek suretiyle kavuşurken; bu
mortgage’ların patlamaya hazır bir kredi balonuna dönüşmüş olduğunu ve emlak
piyasasındaki bu sağlıksız borçlandırma riskiyle çok daha büyük çaplı bir
krizin içine yürünmekte oluğunu fark eden birkaç adamın hikayesi.
Kimisi
üzerine düşen görev bilinciyle kaldırıyor bayrağını; sistemi, "fatal error" vermeden önce uyarmaya çalışıyor. Christian Bale’in hayat verdiği
arıza/deha Michael Burry gibi. Kimisi ise, bu açıktan yararlanmanın icabına
bakma niyetinde, bayrağını sadece kendi için kaldırıyor; Ryan Gosling’in canlandırdığı Jared Vennet gibi. Kimisi ise, elini
eteğini çekmek için her türlü sebebi olduğuna inandığı bu piyasada kendini bir
kez daha çarkların dişleri arasında bulmadan edemeyen karakterlerden, Brad Pitt’in canlandırdığı Ben Rickert
gibi.
Tüm bu adamlar,
son derece sıkı drama karakterleri. Yeterince arıza, yeterince fırsatçı ve
materyalist, yeterince vicdanları ve kazanma dürtüleri arasında sıkışmış olarak
çizilen ve oynanan bu karakterler; günün sonunda milyarlarca insanın ekomomik
ve dolayısıyla yaşam dengelerini sarsacak bir döngünün parçası olarak
asla sırıtmıyorlar. Eğer bu adamların meslektaşı değilseniz veya finansal
piyasalar hakkında uzmanlığınız yoksa, filmde ne olup bittiğini tam olarak
anlamıyorsunuz bile!
Ama ortada apaçık duran maddi, manevi, etik ve ahlaki
çıkmazları alenen görüp, kafanızda “ben o kredinin neden o şekilde patladığını
bile anlamadım”dan öte soru işaretleri ile çıkıyorsunuz salondan. Bir finansçı
ile izlemek isteyeceğim tür filmlerden The Big
Short. "X’cim bu swap market gerçekten böyle mi çalışıyor?" diye sormak
için değil ama asla. İzlediklerimizin
daha uzun vadeli sonuçları ne oldu/ olacak/ olmaya devam ediyoru tartışabilmek
için. Hem ikinci turu da tamamlamadım; bu, yazarın kendine notu olarak dursun
şurada.
Bir de sizin
için not: Bu kritikten sonra filmin ziyadesiyle ağır bir finansal dramadan
ibaret olduğu kalmasın aklınızda; The
Big Short tüm ciddiyeti ve meşakkati içinde son derece zekice kurgulanmış,
eğlencelik aydınlanma anları ile de süslü. Son 10 dakikadır bu adamların
konuştuklarından zerre bir şey anlamadım mı diyorsunuz? Korkmayın, konuyu
“bildiğimiz şekilde” anlatacak tanıdık yüzler birazdan karşınızda olacak.
Velhasıl, kendinden beklenmeyecek kadar eğlenceli bir film de aynı zamanda The Big Short. Ve Akademi tarafından
baba kategorilerin neredeyse hepsinde toplam 5 adaylığı var. En İyi Film, Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu (Christian Bale), En İyi Yönetmen (Adam McKay), En
İyi Uyarlama Senaryo (Adam McKay, Charles Randolph) ve En iyi Kurgu. Sadece
“neymiş bu kadar ödüllük olan?” merakınızı gidermek için bile gidilesi, benden
önermesi.
Yazı devam ediyor...