“Her
şey ama her şey uçuşuyor; anılar da…”
Yıllar
önce Sonbahar’la tanıştığım, sevdiğim Özcan Alper, yeniden beyazperde
yolculuğuna çıktı. Siyasi meselelere kendine has bir sinema diliyle yaklaşan
Alper’in son filmi Rüzgârın Hatıraları adeta özenle hazırlanmış bir fotoğraf albümü.
Özcan Alper, bir şiiri sessizce resmedip, o resmin
içine konuk ediyor izleyeni. Bulunduğu bölgenin o eşsiz coğrafyasını gözler
önüne sererken, resmin içinde kanallar açıyor. Ve nihayetinde keyifle
uğurluyor.
İstanbul'dan Karadeniz'e yolculuk başlıyor.Sonbahar ve
Gelecek Uzun Sürer’de olduğu gibi
Rüzgârın
Hatıraları’nda da siyasi meselelerin ışığında bir hikaye yaratan Özcan Alper, seyirciyi
Aram’ın dünyasına çağırıyor. Varlık Vergisi nedeniyle devletten kaçmak zorunda
kalan Aram’ın, 1915’ten 1940’lara uzanan dünyasına… Aram’ın İstanbul’dan,
Karadeniz’de bir dağ evine uzanan kaçış hikayesi, orada yerini kaçışla beraber
geçmişini arayışa bırakıyor. Kaçışının ne zaman sonlanacağını bilmeyen Aram’ın,
ilişki kurduğu, konuştuğu tek insanlar evlerine sığındığı Mikhail ve onun genç
eşi Meryem.
Rüzgârın Hatıraları, sinematografik olarak oldukça
başarılıyken hikayesi biraz zayıf kalıyor. Eğer 1915’ten günümüze uzanan Ermeni
meselesine uzak değilseniz, zihninizde hikayeyi toparlamanız olası. Ama aksi
durumda birçok şey havada kalıyor. Sanki Ermeni meselesine odaklanan bir hikaye
değil de, Ermeni meselesini de heybesine katan bir yasak aşk hikayesi izliyor
gibi hissediyorsunuz. Belki de Özcan Alper ve senaryoyu beraber kaleme
aldıkları Ahmet Büke, “yok bir şey” demek istiyor ama bu durum filmde yer yer eksiklik olarak göze çarpıyor.
Aram, birer birer kaybediyor sevdiklerini; şimdi hepsi birer toz bulutu... Filmin dokunduğu bir diğer konu ise Aram’ın
annesinin yüzünü hatırlamaya çalışması. Teker teker çizilen aile üyeleri,
tekrar tekrar anımsanan anılar fakat bir türlü hatırlanmayan bir yüz. Annenin,
özlediğinin, sevdiğinin yüzü. Aram, çocukluk travmalarının da etkisiyle -ki
özellikle annesiyle bir arada bulunduğu son an inanılmaz travmatik- zihnine
unutmayı mı kodlamış bilemedim ama meselenin ele alınış şeklini çok sevdim.
Sürprize yer bırakmayacak kadar açıktı ama durumun yorumlanışı oldukça güzeldi.
Rüzgâr,
kanatlarına binen anılarla uğradı Aram’ın zihnine. Aram’ın annesi rolüyle
karşımıza çıkan Tuba Büyüküstün’e uzaktan baktığımız sahnelere de hayran oldum.
Kuşkusuz ki, Rüzgârın Hatıraları’nın en vurucu
repliği: “Yok bir şey…” Bu replik, her karakterin ağzından farklı anlamlara
uzansa da salt 1940’ların değil her dönemin özeti gibi değil mi? Söylenmek
istenip de söylenemeyen/söyletilmeyen ne çok şey var aslında. Üzerine
konuşulası…