Asıl adı Elyesa olan İlyas
Bazna, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası adına çalışan Arnavut
asıllı Türk casustur. Dönemin Almanya Büyükelçisi Franz von Papen tarafından Çiçero (Cicero) kod adıyla anılan Bazna,
İngiliz büyükelçiliğinde topladığı gizli belgeleri Almanlara satarak kısa
sürede ücretli bir Nazi Ajanı olmuştur.
Mehmet Muhtar’ın
1951 yılında Ankara Casusu Çiçero, Joseph L. Mankiewicz’in ise 1952 yılında 5 Fingers (Ankara Casusu) ile
beyazperdeye taşıdığı ve En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo dallarında Oscar’a
aday olduğu hikaye şimdi ise Barda, Gemide
ve Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
filmlerinin yönetmeni Serdar Akar
tarafından yeniden beyazperdeye uyarlanıyor. İlyas Bazna’yı Erdal Beşikçioğlu’nun canlandırdığı
filmde ayrıca Burcu Biricik, Ertan Saban başta olmak üzere birçok
ünlü isim yer alıyor.
Film, Ankara’daki Yugoslav büyükelçiliğinde verilen bir
davetle başlıyor. Opera söyleyen ve sesiyle İngiliz Büyükelçisi Sir Hughe
Knatchbull Hugessen’in (Tamer Levent) dikkatini
çekmeyi başaran Bazna hemen ardında ise İngiliz büyükelçiliğine Hugessen’in
özel uşağı olarak işe başlıyor. Hugessen’in odasına ve İngiliz İstihbaratı’nın
ulaştırdığı gizli dosyalara erişim sağlayan Bazna, fotoğraflarını çektiği gizli
belgeleri 20.000 Pound karşılığında dönemin Alman ataşesi Ludwig Carl Moyzisch’e (Murat Garibağaoğlu) satıyor. Kısa
sürede Almanların güvenini kazanan Bazna, Alman Büyükelçisi Franz von Papen’e (Mehmet Ulay) yapılacak olan suikast
girişiminden Overlord kod adlı
Normandiya çıkarmasına kadar birçok önemli istihbaratı Almanlara
ulaştırıyor ve İngilizlerin Türkiye’yi savaşa sokma çabalarına engel
oluyor Ajanlık kariyerinin yanı sıra
Alman Ataşeliğinde sekreter olarak çalışan Cornelia Kapp (Burcu Biricik) ile de aşkı bulan Bazna, bir taraftan Türkiye’nin savaşa
girmesine engel olmaya çalışırken diğer taraftan da her ne koşulda olursa olsun
kimliğini gizlemeye çabalıyor.
İlyas Bazna, Almanlara satmak üzere belgeleri fotoğraflarken...
İlyas Bazna, birbirinden etkileyici yüzlerce hatta binlerce
hikayenin olduğu II. Dünya Savaşı dönemindeki isimlerden yalnızca biri. Fakat uluslararası
arenada tanınırlığa sahip bir hikaye Bazna’nın hikayesi, zaten 5 Fingers filminin çekime sebebi de bu
tanınırlığı. Dolayısıyla Çiçero filmi
aynı Ayla gibi yurtdışına pazarlanma ihtimali
yüksek bir film. Bunun bilincinde olan yönetmen Serdar Akar ve yapımcı Mustafa
Uslu da uluslararası bir yapım ortaya çıkarmaya çabalamış. Peki başarılı
olmuşlar mı?
2016 yılında Berlin Film Festivali’nde Alone in Berlin adlı bir II. Dünya Savaşı filmi izlemiştim. Nazi
Almanyası döneminde, Berlin’de geçmesine karşın kimsenin Almanca konuşmadığı
bir film, hem de uluslararası bir arenada. Çiçero’da
bu hatanın yapılmamış olmasının yüzümü güldürdüğünü itiraf etmeliyim, ama…
Gönül isterdi ki bu cümleye “ama” ile devam etmeye gerek kalmasaydı, fakat bir kurguda
yapılan hata ve yanlış tercihler her şeyin önüne geçmiş. Açıklayayım, (muhtemelen)
oyuncular yabancı dildeki diyalogları ezberlemekte ve/veya telaffuz etmekte zorlanabilecekleri
için sonradan eklemeyi tercih etmişler. Buraya kadar her şey güzel, anlaşılır.
Fakat sorun ses ile görüntü arasındaki senkron sorunuyla başlıyor. Oyuncuların
ağzı zaten başka kelimeler söylüyor, fakat kimi yerde ağzı kapalıyken bile
sesler gelmeye devam ediyor. İnsan dublajlı film izliyor gibi hissediyor. Ertan Saban’ın
canlandırdığı Wellington karakteri örneğinde olduğu üzere kimi seslendirmeleri
ise adeta başkaları yapıyor.
Hitler ve İsmet İnönü taklitlerini beğenmesem de Churchill'i çok güzel yapmışlar. Gary Oldman'ın Churchill'iyle yarışır hatta.
Sesle ilgili bir başka sorun, Erdal Beşikçioğlu’nun opera söylediği sahneler. Kabul, onca
eğitime rağmen şarkı söylemekte bile birçok isim zorlanabilirken Erdal
Beşikçioğlu’nun opera söylemesini beklemek olmaz. Fakat keşke inandırıcılığı
arttırmak adına bir şan öğretmeninden, bir opera sanatçısından ya da en azından
bir konservatuar öğrencisinden yardım alınsaydı, nasıl taklit edebileceği
öğretilseydi. Zira uluslararası hedefleri olan bir filmde böylesi bir amatörlük
görmek çok üzücü. Hamam sahnesinde Hugessen’ın İlyas’a “Sen de eşlik et”
dediğinde ikinci bir sesin girmemesi ise gözden kaçırılmaması gereken büyük bir
hata. Bir de Almanların Türkçesi var elbette… Alman Lisesi yıllarımda
Türkçeyi yeni öğrenen onlarca Alman öğretmenim oldu, fakat hiçbirinin Trakya’yı
andıran bir şivesi olmamıştı, en azından ben görmedim.
Çiçero filmini, “II.
Dünya Savaşı’nı bitiren adamın hikayesi” abartmasını ve uluslar arası standartların
altındaki bütün bu özensizlikleri (dekordaki tüm dönem-dışı öğeleri de geride
bırakıyorum) görmezden gelirsek ortalama düzey bir yerli film olarak
değerlendirebiliriz. Hollywood’un klasik kahramanlık hikayelerinde gördüğümüz
tüm temaları içinde bulunduruyor, fakat günümüz standartlarından bakınca hem
ulusal hem de uluslararası alanda özensiz kalan bir yapım. Düşük bütçeli bir
film olsa belki kabul edilebilir ve çabası takdir görebilirdi, ancak filmin
bütçesi yüksek olunca beklendi de fazla oluyor. Diğer ülke sinemalarını yakından takip eden beni
tatmin etmedi, fakat yerli sinema takipçileri ne der, filmi hangi perspektiften
değerlendirir merak etmiyorum da değil. Açıkçası Ayla sonrası
Mustafa Uslu’dan daha özenli bir iş görmeyi beklerdim. Umarım bu eleştirilere kulak verir ve ileriki projelerde gerekli özeni göstererek hak ettiği yerlere gelir.