Moonlighting: Mavi Ay Dedektiflik Bürosu iyi günler diler!

Türk tiyatrosunun usta sanatçısı Alev Sezer'i 1997 yılında kaybettik...

Bizler için David Addison’ı tanımlayan, onu sevmemizi sağlayan en önemli detay bence kıymetli tiyatro sanatçımız Alev Sezer’in harikulade dublajı idi. Bruce Willis’e kendi sesinden bile çok yakışan sıcak ve incelikli dublajıyla Alev Sezer karakteri olağanüstü canlandıran unutulmaz bir seslendirmeye imzasını atmıştı. Devlet Tiyatroları'nın yetiştirdiği en büyük aktörlerden biri olan Alev Sezer küçük ekranda yıllarca Bruce Willis ve Mel Gibson’a sesini vermişti. Kendi adıma, 1997’de onu kaybettikten sonra Zor Ölüm ve Cehennem Silahı filmlerini asla dublajlı izleyemedim.
 
Alev Sezer’den bahsetmişken, diğer seslendirme sanatçılarımızın hakkını da yemek olmaz. Maddie’yi Tülay Bursa, Bayan Topesto’yu ise Meral Babacan nefis şekilde seslendirmişlerdi TRT ekranlarında. Mavi Ay, o dönem dizilerine göre bölüm senaryoları çok daha uzun olan bir diziydi. Çünkü diziyi taşıyan etken, acemilikle çözdükleri polisiye vakalardan ziyade David ile Maddie arasındaki kaçınılmaz çekim ve bu çekime karşı koyma çabaları içinde sürekli tartışmaları idi. Kahramanlarımız bitmez tükenmez kavgaları esnasında aynı anda bağırarak konuştukları için diyalogları daha uzun yazılmaktaydı. Bu tartışmalar genellikle ikilinin simultane olarak ofis kapılarını çarpmalarıyla son bulurdu. Dolayısıyla TRT’nin özenli dublajı bizim için diziyi keyifli hale getiren ve diziye değer katan en önemli unsurlardan biriydi.

The Lady in the Iron Mask bölümünde komedinin ayyuka çıktığı an

Dizinin ilk sezonu sadece 6 bölümden oluşuyordu. 2. Sezon ise bence en eğlenceli, en unutulmaz dönemiydi Mavi Ay’ın. Mesela "The Lady in the Iron Mask" isimli bölümde, ofise gelen yüzü peçeli bir kadın, suratına asit atıp yakan eski sevgilisini bulmalarını istiyordu dedektiflerimizden. Kadın, eski sevgiliyi unutamadığını hatta yüzünü mahvetmiş bu adamla evlenmek istediğini söyleyince bizimkiler adamı buldular ama hemen ardından eski sevgili cinayete kurban gitti. Acaba David ile Maddie hain bir kadının oyununa mı gelmişlerdi yoksa daha derin bir muamma mı söz konusu idi? Bölümün finalindeki harika kovalama sahnesi çok komik ve unutulmazdı.
 
İkinci sezonun bir başka unutulmaz bölümü, büyük kısmı siyah beyaz çekilen "The Dream Sequence Always Rings Twice" isimli bölümdü. Aslında kanal uzun süre işin siyah beyaz çekilmesine itiraz etmişti. Sonunda Glenn Cordon Caron müthiş bir çözüm buldu. Dev aktör Orson Welles, bölüm başlamadan önce ekranda belirecek ve izleyicilere az sonra izleyecekleri görüntülerin siyah beyaz çekildiğini ve alıcılarının ayarları ile oynamamaları gerektiğini açıklayacaktı. Bu açılış sekansı aynı zamanda Orson Welles’in son performansı olacaktı.

Mavi Ay’dan 1940’ların sinemasına saygı duruşu
 
Bölümün başında David ile Maddie, 1940’larda altın dönemini yaşamış olan Flamingo Cove isimli gece kulübünde işlenmiş bir cinayeti öğreniyorlardı. Kulübün şarkıcısı Rita’nın kocası öldürülmüş, Rita ile trompetçi Zack birbirlerini suçlamışlar ve ikisi de elektirkli sandalyede can vermiş. Cinayeti kimin işlediği konusunda hararetle tartışan ve adet olduğu üzere birbirlerine giren kahramanlarımız gece olduğunda siyah-beyaz rüyalarında bu vakayı görmüşlerdi. Tabii Rita ve Zack karakterleri yerine kendilerini koyarak.
 
Maddie mi, Gilda mı?
 
Maddie’nin rüyasında Rita kocasını seven masum bir kadındı, kulüpte Blue Moon şarkısını söylerdi. Ahlaksız trompetçi Zack tarafından baştan çıkartılan Rita, Zack’in kocasını öldürmesine göz yumuyordu. Sonunda Zack suçu kadına atıp hayat sigortasından gelen parayı alarak toz olmuştu. David’in rüyasında ise Rita, tam da Rita Hayworth’ın hayat verdiği Gilda gibi bir femme fatale’dı. “I Told Ya I Love Ya, Now Get Out” şarkısını söyleyerek Zack’i baştan çıkartan Rita, kocayı öldürtüp sevgiliyi de elektirikli sandalyeye yolluyordu. Tabii bölümün sonunda gerçek katil asla ortaya çıkmamıştı. Bu bölümde Rita’nın söylediği şarkıları bizzat Cybill Shepherd’ın orkestra eşliğinde seslendirdiğini de belirtelim.

Çözdükleri polisiye davalar, heyecanlı takip sahneleri ve beceriksizlikleri ile işleri yüzlerine bulaştırıp düştükleri komik durumlar kadar David ile Maddie arasında yükselen gerilim bizi her hafta ekrana yapıştırıyordu. Birbirlerine bağırıp çağırarak sürekli kavga etmelerine, sonunda kapıları çarparak odalarına çekilmelerine bayılıyorduk. Aralarında müthiş bir çekim olduğu şüphesizdi. Ama asla o noktayı aşmıyorlardı. Her bölümü o beklenti ile izliyorduk. Beraber olacaklar mı, olmayacaklar mı? David sevdiğini söylecek mi, söylemeyecek mi? Bu gerilim üçüncü sezonun sonuna dek bizi sürüklemeye devam edecekti.

Big Man on Mulberry Street: David ile Maddie’nin çarpıcı dans sahnesi

Dizinin üçüncü sezonunda bölümler arasında uzun aralıklar verildi ve ikinci sezona göre daha az bölüm çekildi. (İkinci sezon 18 bölüm, üçüncü sezon 15 bölüm yayınlandı) Bunda en büyük etken Cybill Shepherd’ın hamileliği ve Bruce Willis’in omzunu kırmış olmasıydı. Üçüncü sezonun en çarpıcı bölümlerinden biri "Big Man on Mulberry Street" idi. Maddie David’in geçmişte evli olduğunu öğrenince epey şok yaşıyor ve rüyasında David, eski eş ve kendisinin rol aldığı müthiş bir dans sahnesi görüyordu. Adeta bir müzikal film tadında çekilen bu harika dans sekansını ise Hollywood’un efsanevi müzikallerinin yönetmeni Stanley Donen çekmişti.


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER