Menajerimi Ara, yeni sezon fragmanlarında en çok ilgimi
çeken diziydi. Renkli, hareketli ve aktif ofis ortamlarında geçen hikâyeleri
izlemeyi severim. Bir de bu sağlam oyuncu kadrosunu görünce inşallah tüm
denklemler doğru kurulur ve iş seyirci tarafında da iyi reaksiyonlar alır da
doya doya izleyebiliriz dedim. Esas kadroda Ahsen Eroğlu, Deniz Can Aktaş,
Barış Falay, Canan Ergüder, Fatih Artman ve sevgili Ayşenil Şamlıoğlu gibi çok
güzel isimler var. Ama açıkçası beni asıl çeken Fatih Artman’ı görmek oldu.
Kendisi benim izlemekten çok keyif aldığım ve enerjisini çok sevdiğim bir isim.
Yazıya denk gelirse buradan kendisine kocaman sevgiler. ♥ Rol
aldığı pek çok dizinin yanı sıra “Bana Masal Anlatma” ve “Aile Arasında” gibi
filmlerde de severek izlemiştim. Hem komediye hem de drama uygun olduğunu ve her
rolü başarıyla giyinebilecek bir yapıya sahip olduğunu düşünüyorum. “Çınar”
rolü de çok yakışmış kendisine. O hassas, ince ruhla beraber bir şeyleri
kırmadan dökmeden, güzellikle halledebilme; “köpek balıklarıyla dolu” sektörde
nefes alacak bir parça insani alan bırakma çabası gerçekten çok hoş… Kıraç’a
Tûba için “o bir dosya değil o bir sanatçı” demesi, çalıştığı kişileri bir
müşteriden bir işten ziyade en başta bir insan olarak görebilmesi beni
gülümsetti. Tûba’yı botoks yaptırması için zorlamayı geçin yaptırmayacağına
güvenerek kapıda onu beklemesi… Yüzündeki izlerin anlamını bilmesi… Bu yüz
hafızası mevzusu bu perinizi çok duygulandırdı yazarken bile fena oldum bakın,
gözlerim doldu. Çok güzel mesajlar bunlar, çok hoş sahneler. ♥

Uhuuu
Dizide en çok sevdiğim şeylerden biri sektöre yönelik
verilen mesajlar, ince diyemeyeceğim baya sert ve sert olduğu kadar da haklı
olan dokundurmalardı. :) Senaryo sanıyorum Yelda Eroğlu ve Yeşim Çıtak ikilisine
ait. İçten tebriklerimi iletiyorum. Hem sektördeki cinsiyet ve fırsat
eşitsizliğine, hem dışarıdan parıltılı görünen hayatların arka yüzüne hem de
gri karakterlere çok güzel bir biçimde değinilmiş. Ana hikâye “Call My Agent”
dizisinden uyarlanmış, şahsen orijinal versiyonu izlemediğim için benzerlikler
farklılıklar ne kadar bilemiyorum. Diziyi ilk duyduğumda orijinal versiyonu da
bir izlesem mi diye düşündüm hatta Netflix listeme de ekledim ama bir türlü zaman
ayıramadım. Açıkçası iyi de oldu sanki. Karşılaştırma yaparak ilerlemek
yaratılan yeni dünyaya haksızlık olurdu. Aynı düşünceyle Hekimoğlu ve Mucize
Doktor’un da orijinal versiyonlarını izlememiştim, böylelikle kendimi yerli
yapımlara vermem çok daha kolay oldu. Ön yargısız ve sürprizlere açık bir
biçimde rahatlıkla izleyebildim. O yüzden sizlerden ricam aranızda “Call My
Agent” izleyenler varsa lütfen bana
spoiler vermeyin, sonra bu perinizin kalbi de o kırılan vazo gibi oluyor. :’)
Canan Ergüder yine sert, otoriter ama içinde bir
yerlerde iyi bir insanı gizleyen karakteri oynuyor. Feris, ilk defa duyduğum
bir isim. Açıkçası hafif peltekliğim ve ben söylemekte biraz zorlanmasak kızım
olsa ona koyarım diyebileceğim çok hoş bir havası var. İlk dakikalarda ismin
tam olarak ne olduğunu bir türlü anlayamadım ama neyse ki Dicle’yi aradığı
zaman ekranda çıkan kutucuk imdadıma yetişerek bu bilinmezi benim için çözdü.
“Şık, zarif” demekmiş Feris. Eğer bilinçli olarak koyulduysa karaktere
gerçekten uyan çok hoş bir seçim olmuş. Canan Hanım da izlemeyi sevdiğim bir
isim. Canlandırdığı karakterlerin iç dünyasındaki çalkantıları, kriz ânlarını
yansıtmada epey başarılı olduğunu biliyorum. Feris’ten de bu tarz sahneler
görebiliriz gibi. Dicle’ye başta sert ve mesafeli yaklaşsa da zamanla onu sevip
sahipleneceğini ve yeri geldiğinde
Kıraç’a karşı bile koruyacağını düşünüyorum. En azından umuyorum diyelim.
Yapıyoruz bu işi ya...
Barış Falay yine fragmanlarda çok dikkat çeken bir
isimdi. Gerçekten ekrana yakışıyor. Kıraç karakteri cidden benim de çok
ortalarda kaldığım, gri bir karakter. Apaçık kötü diyemiyorum yani nedense
içimde bir şeyler beni durduruyor. Ama sütten çıkmış ak kaşık olmadığı da ayan
beyan ortada. Leyla Hanım’la aralarında tam olarak ne geçti, o zamanlara ait
flashbackler görecek miyiz bunlara bir bakalım öyle daha rahat konuşalım
istiyorum. Kızı için bunca zaman hiçbir şey yapmayarak hayatına rahatça devam
edebilmiş olması cidden çok rahatsız edici. Dicle’ye “Ben hiçbir sorumluluktan
kaçmadım.” derken yerine getirdiği hangi sorumluluktan bahsediyordu cidden
merak ediyorum. Anladığım kadarıyla nüfusuna geçirmemiş, arada sırada üç beş
kuruş gönderdi de Leyla Hanım bunu kabul etmeyince “Ben elimden geleni yaptım.”
moduna mı girdi hakikaten bilemiyorum. Anne olmak için yanıp tutuşan biri
olarak çocuğunu reddetme/ yok sayma olayını şahsen benim aklım almıyor.
Dicle’nin durumu onda suçluluk hissi uyandırıyor bu belli, hatta belki diğer
kızına karşı bu kadar yumuşak olmasında bu hissin etkisi var ama bir yandan da
verdiği karardan pişman olmadığını görebiliyoruz. Evet, böyle bir durumun hiç
olmamasını tercih ederdi ama aynı olayı şu ân yaşasa yine aynı şekilde
davranırdı. Dicle’nin varlığı ve ara ara içinde saklı tutmaya çalıştığı baba
özlemini/sevgisini açığa vurduğu sahnelerle bu anlayışı değişecek gibi duruyor.
İçindeki suçluluk hissi bir gün gelecek, sahip olduğu hayatı kaybetme korkusuna
galip gelecek. Bölümün final sahnesinde Dicle’nin vefat eden kişinin babası
olduğundan endişelenerek onun odasına koşması ve “Neyse ki iyisin. Sana bir şey
oldu sandım, çok korktum.” diyerek bu endişesini gizlememesi sonucu Kıraç’ın
yüzünde beliren, sadece eşinin varlığından kaynaklanmadığını düşündüğüm
şaşkınlık ifadesi bu sürecin çok da yavaş ilerlemeyeceği konusunda hislerimi
güçlendirdi. O ânki karmaşayı çözdükten sonra bu sahnenin Kıraç’ın kafasında
pek çok kere oynayacağını düşünüyorum. Kıraç başlarda bu gerçekle yüzleşmemek
için epey mücadele edecek bu belli ama bunu kabullenmeyi başardıktan sonra şu
ânki ailesinin önünde dimdik durarak Dicle’yi sahipleneceğini ve artık gerçek
mânâda onun sorumluluğunu alacağını umuyorum. Bu baba-kız ilişkisi çok dikkatli
işlenmeli, sert ve incitici sahneler yerine bu tarz hafif duygusal ânlarla
ilerlenmeli. Böylelikle arada kurulacak sevgi bağı sağlam bir zemine oturtulmuş
ve seyirciler için gereken inandırıcılık sağlanmış olur.
Ahsen Eroğlu’nu İstanbullu Gelin’de Yaz karakterinin
yetişkin rolünde izlemiştim. Yıldızı parlayan ve umut vaat eden genç bir
oyuncu. Ekranda doğal duruyor, bunu sağlamak göründüğü kadar basit bir iş
değildir. Dicle karakteri ilk bakışta masum, hafif sarsak ve cidden o tarz bir
ortamda zorlanacak bir imaj çiziyor. Ama sonrasında görüyoruz ki aslında kriz
ânlarını çözmede başarılı, oldukça zeki bir karakter. İnsanları idare etmeyi
iyi başarıyor. Panik ânlarında pratik zekâsıyla olayları çözen, akılcıl
cevaplar verebilen ve bir şekilde kendini kurtaran insanlara hep çok
özenmişimdir. Panik olduğu ânlarda eli ayağına dolaşan ne dediğini ne
söylediğini bilemeyen tek ben değilimdir di’mi? (Ama bir diğer ilginç konu da
basit konularda elim ayağım karışırken, herkesin panik olduğu o karmaşık
ânlarda bu kez ortamdaki tek sakin kişi olup olayı devralabilmem…) Dicle cidden
güçlü bir karakter. Bir hâyâli, bir ideali olan ve bu uğurda mücadele etmeye
hazır olan insanlar cidden saygıyı hak ediyor.
Zaten hâyâliniz için gereken
mücadeleyi vermeyi gözünüz kesmiyorsa yeterince istemiyorsunuz demektir.
Gerçekten isteyen biri için vazgeçmek diye bir kavram yoktur. Hâyâl dediğin
gece uyurken gördüğün rüyalarda bile bırakmaz peşini ki sen onu
bırakabilesin?.. Bir de bunun yanında öz babasının ona karşı olan bu
tavırlarını içindeki tüm kırıklara rağmen bu kadar olgun karşılayabilmesi, onun
karşısında dimdik durabilmesi de gerçekten takdiri hak ediyor. Çok zor bir
durum. Karakterle ilgili üçüncü bir dileğim de ajanstan iyi bir maaş alması.
Cidden evdeki o gıcık kızdan kurtularak kendi arkadaşıyla çok daha güzel bir
eve çıkabilse çok mutlu olacağım.
Açaydım kollarımı...
Deniz Can Aktaş, “Aşk Ağlatır” dizisinde tanıdığım bir
isimdi. Yusuf karakterini bize sevdiren onun sıcak, samimi duruşuydu. Aşk
Ağlatır’ın da yine sanıyorum ilk beş bölümü ve ana kurgusu Yelda Eroğlu ve
Yeşim Çıtak’a ait. Şimdi yeniden yine güzel bir dizide buluşmuşlar. Güzel bir
detay. Umarım bu sefer sona kadar beraber gidebilirler. Deniz Bey’in
canlandırdığı Barış karakteri şu ân ekranlarda izlediğimiz pek çok ismin
hikâyesine benziyor. Şöhret gerçekten de Feris’in dilinin ucuna gelip de
diyemediği şekilde bir esaret. İmaj yönetimi zorlu bir süreç. Ve cidden
Barış’ın da dile getirdiği gibi o kalabalık fan grupları genellikle kişilerin
kendisine değil, belli metinler dahilinde kendilerine sunulan hâllerine hayran
oluyorlar ve bu durum söz konusu kişileri bir kalıbın içinde kalmaya zorluyor. Kimi
zaman güçlü itirazlar gelse de çoğunlukla şov dünyası böyle yürüyor. Yaaani zor
derdim de şimdi açıkçası ben olsam hafif uyumlu olmaya çalışır sonra da
kazancımın keyfini çıkarmaya bakardım arkadaşlar. Sonuçta hiç olmadı birkaç
sene sıkı çalışır, güzel yatırımlar yaparak kazancını değerlendirir sonra da
dilersen mesleği bırakır keyfince yaşarsın. Baya anlayışlı bir yapım olduğu
söylenir, evet evet aynen. ^^ Barış’ın abisi ilk başta öyle her şeyi berbat eden,
parayı har vurup harman savuran bir tip çıkacak diye benim bi’ ön yargıma maruz
kaldı kabul ama çok şükür düzgün bir karakter çıktı, en azından şimdilik öyle
görünüyor. Dipten zirveye çıkan insanlar genelde düşecekleri yer yine diptir,
ortalarda kalmayı pek beceremezler. O yüzden Barış karakterinin biraz daha
kontrollü ilerleyebilmesini umuyorum. Bu anlamda Dicle kendisine epey yardım
edecek gibi.
Henüz sosyal medya yorumlarına bakma fırsatım olmadı
ama ikili benim gözüme baya güzel gözüktü. Ship ismi BarDic mi yok bu hoş
durmadı, BarLe nasıl canlar? Bu fena durmuyor sanki he?^^ Açıkçası hem
oyuncuların yaşları yakın, hem enerjileri tutuyor hem de ikisi de daha yeni
yeni isimlerini duyuran taze kanlar. Hikâyedeki konumları da yer yer romantik
komediye yer yer de drama kayabilecek bir pozisyonda. O yüzden ben üçüncü
kişileri araya çok sokmadığımız takdirde keyifle izleyeceğimizi düşünüyorum.
Şurada bir iki dakika düşündüğümde bile ikili için aklıma bir sürü güzel sahne
fikri geliyor, bence ekstra dinamiklere ihtiyaç duymadan çok güzel
işlenebilirler. Yaaani altüstü sandviçini paylaştı diye alev topuna dönen Feris
Hanım devamlı kendi eliyle Dicle’yi Barış’a göndermeye devam ettiği sürece
ikili bir araya gelmekte pek sıkıntı çekmeyecek gibi duruyor. :) Yeni shipimiz
hayırlı uğurlu olsun…
Duy duy duymasınlar, gör gör görmesinler, bizi hiç bilmesinler ♥ *
Uzun lafın kısası, bence Menajerimi Ara cidden
beklentileri karşılayan çok hoş bir iş olmuş. Ekipte herkes payına düşen görevi
en iyi şekilde yerine getirmiş. Ali Bilgin yönetmenlik koltuğunda yine
harikalar yaratmış. Müzikler Uğur Ateş ve Saki Çimen’e emanet edilmiş, her biri
şahaneydi. Her bölüm değişecek olan zengin konuk oyuncu kadrosu da şimdiden
duyurulan isimlerle epey heyecanlandırıyor. Alican Yücesoy ve Tuba Büyüküstün
ilk bölüme çok yakışmış. Sevgili Kazım Akşar yine bir bölümlük selam
verenlerden. En son “Jet Sosyete”de izlediğim sevgili Ayşenil Şamlıoğlu da Perinde
rolüyle hikâyeye renk katmış. Tekrar etmekten zevk duyarım Yelda Eroğlu ve
Yeşim Çıtak da şahane diyaloglarla bize çok keyifli ve dolu dolu bir 2 saat
geçirttiler. Tüm ekibin emeğine sağlık. Artık salı akşamlarım sizin. Vakit
buldukça yine yorumlarda da buluşuruz inşallah.
Ufak tefek hataları nazar boncuğu sayıyor, yeni
bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum. Peki ya sizler neler düşünüyorsunuz?
Buyurun ister yazı altına ister paylaşımlara isterseniz de Twitter, Instagram
hesaplarımdan direkt bana yazın, konuşalım.
Güzellikleri paylaşalım;
iyileştirilecek yönler gördüyseniz yazın bana beraber değerlendirelim,
haklıysanız gelecek yorumlarımda size ses olayım. Kafamın dolu olduğu zamanlar
bazen geciktirebilirim ama muhakkak geri dönüş yaparım. Eee, bir menajerim olsa
o hallederdi ama ne yapalım? Bizde her şeyi şahsım ve ben yapıyoruz. ^^
Sürç-ü lisan ettiysem affola.
Güzel reytinglerle, sevgiyle, umutla, sağlıkla ve
mümkünse evlerinizde kalın efenim.
Periniz.
* Adımı Fısılda / Şarkı sözü